16 Kasım 2009

sizler "hala" seyirci misiniz? part II



Çok değil daha 5 ay öncesiydi parkedeki güzel mücadeleye ihanet edilişi. Taraftarlıktan uzak kişiler tüm güzel çekişmeyi yok etmiş, kazanını da kaybedeni de hiçe saymış, onları bu mücadelesinden dolayı onure etmeyi hiçe saymıştı.

Artık mücadelenin adı Fenerbahçe-Galatasaray olunca heryerde gözükür oluyorsunuz. Kepez maçında, Mersin Belediye, Bornova Belediye maçlarında nerede oluyorsunuz acaba? Sizler taraftar mısınız yoksa içinde "Fener" ya da "Cim-Bom" nefreti yaşatanlar mı? Hey sen taraftar aslında sana taraftara dememem lazım sen ki herhangi bir holding binasına girip çalışanlarına, müdürüne el kol hareketi yapıp ileri geri konuşmayı düşünebiliyor musun? Nedir sahaya girme olayı? Kim veriyor sana o hakkı? Rahatsız olduysan çıkıp gidersin, gitmelisin çünkü sahaya girme fiilinden sonra sen artık bir taraftar değilsin! Düzen bozan kişisin. Hangi tiyatro oyununda oynayana kızıp sahneye dalabildin? Oyunu beğenmeyip küfürler savurabildin? Taraftarlık bu demek değildir. Takımını sev, koru ona sahip çık ama iş taşkınlık boyutuna ulaşırsa senin yaptığın anarşistliktir ve yaptığın eylemin hiç bir şekilde savunulacak boyutu yoktur.
Madem taraftarım diyorsun, takımımı seviyorum, destekliyorum diyorsun ama farkında değil misin ki takımına köstek oluyorsun. Yaptıklarından dolayı sana hiç bir şey olmuyor büyük ihtimalle ama takımına verilen cezada hiç mi için sızlamıyor sözüm ona taraftarsan!
Parkede öyle güzel bir maç vardı ki izleyen herkesin tadı damağında kalmıştır ancak maç aynı maç, mücadele aynı mücadele olsa fakat oynayan takımlar A ile B takımı olsa ne bu maçtan kimsenin haberi olur ne de bu çirkin olayları yapacak seyirci orada olurdu. Yazık ki bu olaylar iki uzatmaya giden maçın önüne geçecektir ve parke üzerindeki çekişmenin, güzel mücadelenin esamesi bile okunmayacaktır ama taraftar için sonuç olarak yendik dimi gerisi önemli değil! Ne yazık ki ben bile bu yazının hiç bir yerinde maç ile alakalı birşeyler yazamadım. Yine ne yazık ki Galatasaray Yönetimi de maç sonunda çıkıp "bunlar taraftar değildir" diyemiyor. Bunu kimse diyemiyor. 5 ay önceki hadisede de kimse dememişti. Sadece bunu yapanlar X takımı taraftarı olamazlar. Bahane bulmak kolay. Fenerli oyuncu parmak salladı, Efesli taraftar küfür etti vesaire vesaire. Bu mudur sığındığınız bahaneler!

Taraftarsan maç seçme, adam gibi gel adabınla maçını izle, takımını destekle, kaybetsen de kazansan da sahada oynayan takımları alkışla. Bunun Galatasaray'lısı, Fenerbahçe'lisi, Beşiktaş'lısı olayı yok.

20 Eylül 2009

adidas ve puma bir gün için barışacak





60 yıldır birbirine düşman olan iki ‘kardeş’ firma Adidas ve Puma 60 yıl sonra dünya barışına katkıda bulunmak için bir araya gelmeye hazırlanıyor.

60 yıl önce iki kardeş ayakkabıcı, Adi (Adolph) ve Rudolph Dassler tarafından ayrı ayrı kurulan Almanların ünlü spor markaları adidas ve Puma arasındaki husumet 60 yıl aradan sonra film yapımcısı Jeremy Gilley’nin ‘Peace One Day’ (Bir gün barış) projesine destek vermek adına bir günlüğüne de olsa sona erecek.

NEDENİ SIR BİR AYRILIK

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya'da bir kasaba olan Herzogenerauch'ta birlikte ayakkabı üretimine başlayan ancak savaş sonrasında hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayan bir nedenden ötürü bir anda ortaklıkları bozulan Dassler kardeşlerden Rudolph 1948 yılında Puma firmasını kurarken, bir yıl sonra 1949’da ise Adolph Dassler ‘adidas’ı kurmuştu.

Husumetten doğan iki marka zaman içinde dünyanın en popüler spor markaları haline gelirken Adi ve Rudolph’un küslükleri ise ömürlerinin sonuna kadar devam etmişti.

İkili arasındaki dargınlık firmalarına da yansımış ve merkezleri aynı şehrin iki ayrı ucunda olan adidas ve Puma’nın en üst düzey yöneticilerinden en alt kademedeki çalışanlarına kadar her zaman birbirlerinden uzakta kalmayı seçmişti.

HUSUMETE MOLA

Ancak yarım asrı aşan bu gerginliğe ‘Peace One Day’ projesi sayesinde 21 Eylül günü 24 saatliğine ‘ufak bir ara’ verilecek.

1999 yılında dünyada yaşanan tüm savaşlara, anlaşmazlıklara, gerginliklere bir gün için ara verilmesi amacı ve “Bir gün barış” parolasıyla yola çıkan film yapımcısı Jeremy Gilley’nin 21 Eylül 2001’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul gören girişimi sayesinde artık dünyada her 21 Eylül “Barış Günü” günü olarak kutlanıyor.

FUTBOL OYNAYACAKLAR

İşte adidas’ın CEO’su Herbert Hainer ve Puma’nın CEO’su Jochen Zeitz, 21 Eylül günü bu anlamlı projeye destek vermek için bir araya gelecek ve sporun dünya barışına katkı sağlayabileceğini göstermek adına el sıkışacaklar. Ayrıca iki dev firmanın çalışanları Barış Günü’nde bir araya gelerek futbol maçı yapacaklar.

Kim bilir belki, yukarılarda bir yerlerde Adi ve Rudolph Dassler de o gün kavgayı bırakıp miras bıraktıkları firmalar gibi kucaklaşacaktır.

19 Eylül 2009

ya dışındasındır sistemin, ya da içinde yer alacaksın!


Avrupada bu için raconu budur herhalde. Yani takımın bir parçası olacaksın ya da dışarıda yer aldığında Spanoulis‎ gibi işi kotarabileceksin manasına geliyor bu cümle! Hidayet Yunanistan maçında kaçak güreşmediği zamanlarda sistem dışarsında birşeyler üretmeye çalıştı. Fakat ne yazık ki yapamadı. Oysa Spanoulis‎ sistemin içinde yer aldığında hakkını verirken, sistem dışına çıktığında da "bu işi yapabiliyorsan yapacaksın!" mesajını net bir şekilde vermiştir herhalde!

17 Eylül 2009

sağlık olsun!

Şu maç öncesinde herkesin bildiğim bir şey vardı. Bu çocuklar maçı kaybetse bile ellerinden geleni yapacaklardı. Zira öyle de oldu. Rakip bu kadar iyi dış şut atarken, 19 sayı farkla öne çıkmasına rağmen asla geri adım atmadılar. Yediğimiz 13 üç sayılık atışa rağmen onları maç sonunda yakalayabilmek ve hatta kazanacak şansı bulmak bile bu turnuvada bizi önceki yıllara göre farklı kılan durum olarak karşımıza çıkıyor.

Aslına bakılırsa turnuvanın diğer maçlarına nazaran inişli çıkışlı bir performans gösterdik bu maçta. İlk olarak savunmada çok kötü başladık maça. Fakat ikinci periyotta bir ara o kadar sert hale geldi ki savunma, Slovenya pota göremez oldu. Eğer üçüncü periyotta inişli çıkışlı bir performans yerine dengeli bir oyun ortaya koysaydık burada 6-0 yapmanın mutluluğunu yaşıyor olacaktık.

Bundan önceki maçlarda yaptıkları ile hakkını vermemiz gereken Tanjevic bence büyük hatalara ve özellikle rotasyon yanlışlarına imza attı. Özellikle çeyrek final maçı sonrasında saçma statü sonrası takvimin sıkışacak olmasına rağmen Ersan, Ömer ve Hidayet'i 3o dakika üzerinde oyunda tutmak büyük bir riskti. Rotasyonu önceki maçlara nazaran daha kısıtlı tutmak, Lakovic üzerindeki savunma çok kötü yapılırken bile Sinan'ı denememek kolay açıklanabilecek bir durum değildir. Bunun yanında son topta Ender o kadar içeriye girdikten sonra soğuk oyuncu üzerinden 3 sayı atarak maçı kazanmak gibi bir tercihin doğruluğunu-ki elenme veya devam etme maçı olsaydı tercih bu mu olurdu acaba?- her ortamda tartışırım. Fakat herkesin olduğu gibi onunda hata yapma şansı olduğunu da biliyorum.

Bundan sonra artık maçları tek tek düşünme zamanıdır. Öncelikle hedef maçımız Yunanistan. Bana kalırsa özellikle sertlik ve pota altı hakimiyetimizle rakibi yenebilecek güçteyiz. Eğer bu artılar iyi değerlendirilip, özellikle savunmada alternatifler doğru değerlendirilirse bence düşündüğümüzden kolay bir maç bile olabilir. Umuyorum ki herşey istediğimiz gibi olur.

Son olarak şu saçma fikstüre değinmek gerekiyor. Bugün maç yapmış olan İspanya ve Sırbistan yarın farklı bir şehirde yine sahada olacak. Kısaca tüm finallerin aralıksız 17-18-19 ve 20 Eylül tarihlerine neden sıkıştırılmış anlamakta zorlanıyorum. Bazı maçlar arasında sadece 14-15 saat olduğunu görünce şaşırmamak elde değil. Bundan sonrasında sadece doğru setleri çizmek, doğru beşi bulmak, doğru oyuncuları değiştirmek değil, oyuncularını aktif bir şekilde dinlendirmekte önem kazanacak gibi görünüyor.

16 Eylül 2009

Eee “Rubio” hani NBA?


Aslında ben onu beklemiyordum. Bu yüzden de bu sene gelecek diye bir beklentim yoktu. Zaten seçildiği günden sonra gelişen durumlar onun bu sene gelemeyeceğini gösteriyordu. Takımın da onu iki sene bekleme sabrı var. Juventud ile olan bonservis sorunu da pek aşılabilecek gibi gözükmüyordu. Genel Menajer Kahn'nın da İspanya seferlerinden bir sonuç çıkacak gibi değildi.

Bu noktada Rubio'nun “İlk tercihim NBA'de oynamak” açıklaması gelince umutlanmadık değil ancak ortada hala çözülmesi gereken bir bonservis sorunu vardı. Juventud ile hangi aşamaya gelmiştik bilmiyorum ama ilerleme kaydetmiştik. İşler tam bu noktaya gelmişken Rubio'nu Barça ile anlaştığı haberi çıktı. Dolayısıyla bizim için de hayal kırıklığı olmuştu ama en başa dönecek olursak onu hem de iki sene bekleyecek sabrımız var. Bu yüzden de büyük bir hayal kırıklığı yok. Barça ile olan anlaşması uzun soluklu ancak ince bir detay var. İki sene sonra NBA'e gitmesi için sağlanacak kolaylık.

Juventud'ta kalmış olsa zaten iki sene sonra NBA'e gitme yolu açılmış olmayacak mıydı? Barça'ya gitmek Rubio'nun tercihi miydi yoksa Juventud, Rubio'dan bir gelir elde edememe korkusuyla mı gerçekleşti bu transfer. Barça, iki sene sonra aynı durumda olacak olması onlar için buna değecek bir transfer mi?

Bu ve bunun gibi sorular kafamda dönüp duruyor ve cevaplarını ben de bilmiyorum. Ama gerçek olan şu ki Rubio henüz 19 yaşında, Barça'da geçireceği iki yıl onun gelişimine çok önemli katkı yapacaktır. Bu yüzden Juventud'tan ziyade Barça'da oynayacak olması bizim için daha iyi olduğu bir gerçek. Ersan'ın potansiyeli yüksek olan bir oyuncu olduğunu biliyor ve gözlemliyorduk (Burada Muyu'nun hakkını vermek lazım. En azından Ersan'ı benim gözüme sokan O'dur. Hatta Ersan'ın gelişimini, yaşadığı sakatlığı anlatan bir yazı da hoş olurdu Muyu. Ne dersin?). Barça'da geçirdiği yıllar Ersan'ın gelişimine nasıl katkı vermiş, şu anda milli takımımızı sırtlamasıyla görüyüoruz. Tabi bu sadece bir örnek teşkil etmekte. İki yıl sonra Rubio ne olur, durumlar ne gösterir, bilinmez.

15 Eylül 2009

beş sıfır


Aslında uzatmanın skorunu vurgulamak için böyle bir başlık atmıştım ama turnuvadaki galibiyet-mağlubiyet oranımızı da açıkladığından mütevellit, gayet münasip oldu.

Sırbistan maçı öncesinde bizim turnuvada en çok ön plana çıkan mücadelemizin aynı şekilde karşılık bulacağından şüphesi olan yok gibiydi. Bir-iki Sırp maçı izleyen herkes bu "tıfıl"ların en az "12 Dev Adam" kadar mücadele edeceğini tahmin ediyordu zaten. Bu arada, maçtan notlara geçmeden eklemek gerek, tıfıl dediğimiz bu çocukların hepsi yıllardır Euroleague ya da ULEB Cup'ta bir şekilde forma giyiyorlar. Mesela o tıfıllardan Milenko Tepiç üç senedir Euroleague'de 61 maçta ortalama 20 dakikanın üzerinde süre almış. Keza Tripkoviç 16 yaşından bu yana Euroleague'de oynuyor. Teodosiç desen 17 yaşında ULEB Cup'ta sahne almış, iki sezondur Olimpiakos'ta. Bir Veliçkoviç var ilk Euroleague deneyimini 19 yaşında yaşayan. O da Avrupa'da geçtiğimiz sezonun yükselen yıldızı seçildi. Yani "gençler" topluluğu Sırbistan kadrosuyla aramızdaki tecrübe farkı, aradaki yaş farkıyla doğru orantıda değildi ezberlerin aksine.

Maça dönersek, ilk çeyrekte Teodosiç top oynamaya geldiğini gösterdi. Bogdan Tanjeviç önce Kerem, sonra Ömer, sonra da alan savunmasını denedi onu durdurmak için, ama başarılı olamadı. Hücumda da Ersan biraz sahne alınca, ilk çeyrek dengede gitti. Dengeyi Semih'in çeyreğin son saniyesindeki basketi bozdu ki o basket masa tenisinde olsa, rakipten özür dilemek gerekirdi.



İkinci çeyrekte hem Ivkoviç hem de Bosica sertliğin dozunu biraz daha arttırınca maçın eğlencesi de aynı doğrultuda yükseldi. Hiç düşünmemiştim ama belki de vurdulu-kırdılı filmleri çok sevmeyişimin sebebi budur, o sertliği basketbolda görmeyi tercih ediyorum ben. Neyse, ikinci çeyrekte kolay sayı olmadı hiç. Sırbistan zaten sayı potansiyeli yüksek bir takım değil. Biz de zaman zaman çok iyi alan savunması uygulayınca onların sayı bulmasını engelledik. Fakat serbest atışlarda düşük bir yüzdeyle oynadığımız için o iyi savunmamıza yazık oldu.

Üçüncü çeyrekte Hido bir ara basket atınca gol olmuş gibi sevindik. Eh, esas oğlanın sahneye çıkması demek farkı açacağımız anlamına geliyordu. Ne yazık ki öyle olmadı ve Hido fazla zorlamaya devam ederek yüzdesini düşürdü.

Geri kalan bölümde baskımız işe yaradı ve Sırplar bir sürü top kaybı yaptı. Ama onların da savunmasının ne kadar iyi olduğunu söylemek için bir istatistik vermek daha doğru olur herhalde. Dördüncü çeyrekte (Teodosiç'in sekiz metreden attığı üçlük dahil) toplam beş basket olmuş. Gerçi bizim savunmamızın zaman zaman konsantrasyon eksikliği yaşadığını ve Sırbistan'ın üç tane bomboş üçlük kaçırdığını eklemek gerek.



Tanjeviç'in yorgunluktan kenara gelmek isteyen Kerem Tunçeri'yi benchte unutması ve Sırbistan'ın 24 saniye süresinin dolmasına 5 saniye kala mola alıp onlara iyi bir set çizme imkanı tanıması bu bölümdeki en bariz hatalarıydı. Hidayet ısrarı bir tercih meselesi. Açıkçası Tanjeviç bu noktada en başından beri net olarak verdiği mesajın arkasında durdu: Bu takım ne yaparsa yapsın Hido'nun. O yüzden eleştirmek anlamsız. Nitekim uzatmada topu çalıp asistini yaptı, yani galibiyette katkısı da yok değil.

Senaryoya göre yarı finalde İspanya ile karşılaşmamız olası. Onlar da Yunanistan-Fransa mağlubuyla eşleşecek çeyrek finalde. Bu yüzden kupa hayalleri kurmadan maçların keyfini çıkartmaya çalışsak iyi olur.

13 Eylül 2009

Tur-fect

Başlık Eurobasket2009 resmi sitesinden. Milli takımımız dörtte dört yaparak geride kalan maçlarda meşhur "streetfighter" terimiyle perfect yapmayı başardı. Grupta oynadığımız maçlarda, alınan her galibiyet sonrası; Litvanya oyun kurucusuz gelmiş, Bulgaristan sokak basketbolu oynuyor, Polonya sadece 6 kişiyle oynuyor diye rakiplerimizi biraz küçük gösterme ihtiyacı duyduk. Bizim gibi kolay havaya girip ayakların yere basması konusunda sıkıntı yaşayan ülke ve milli takımları için doğru olduğunu düşündüğüm yapıcı bir eleştiriydi. Bunu söyleyenlerde dahil olmak üzere herkes, takımın en önemli artısının rakip kim olursa olsun sahada sergilenen mücadele olduğunu söylüyordu.

Bugünkü galibiyetle takımın özgüvenini bir kat daha arttırdığını düşünüyorum. İlk grupta rakip kısalara karşı yaptığımız harika baskının bir örneğini daha bu maçta göstermiş olmamız gerçekten çok değerliydi. Özellikle Rubio'yu riske edip Navarro'yu nerdeyse tüm maç boyunca oyun içine sokmayışımız onları haddinden fazla pota altına endeksli bir oyuna sürükledi ki, bu durum maçta rakibi 60 sayıda tutmamızın en büyük anahtarıydı. Ömer Onan'ın Logan'a yaptığı basketboldan soğutan baskılı oyunundan bir kesit daha Navarro'ya sunması hücumda paylaşım konusunda sıkıntı çeken İspanyolları fazlasıyla rahatsız etmiş oldu. Yine Ömer Onan yerine sahada yer alan Sinan'ın da baskıyı maksimum seviyelere taşıyıp, her kritik topta elinin oluşu geriye düştüğümüz anlarda bile oyundan kopmayışımız sonucunu doğurdu. Sinan'ın her hücum ve savunma ribaundunda elinin oluşu ve havuza düşen topları çok iyi takip etmesi o bölgeden alabileceğimiz en güzel katkılardan biri oldu. Oyun alanında yer alan 5 kısa oyuncumuz olan Kerem, Ender, Engin, Sinan ve Ömer'in maç boyunca sadece 1 top kaybı yapması da o alanda rakibe karşı ne kadar güçlü durabildiğimizin güzel bir detayı oldu. Uzun süre sonra oyun kurucularımızdan bu kadar iyi katkı alıyor olmamız oyunu her alanda dengeli ve doğru yönlendirebilmemiz konusunda geride kalan 4 maç düşünüldüğünde büyük bir artı olarak hanemize yazıldı.
Bugün takımımızda 28 dakika süre alıp, saha içinden 1/5 isabetle -ki bunların çoğu hiç yapmadığı kadar zorlama şutlardı- 2 sayı bulabilen ve bunun yanına bir tanesi çok kritik bir anda olmak üzere 4 top kaybı ekleyen Hidayet, en etkisiz ismimiz olarak dikkat çekti. Maç sonrası açıklamalarda dizinden sorun yaşandığı söylense de yaptığı zorlamaların özellikle ilk çeyrekte Fernandez tarafından yapılan tatlı sert baskıdan kaynaklandığı fikrindeyim. Eğer dizinde gerçekten performansını etkileyen bir sıkıntı varsa O'nun bire bir hatta bire iki zorlamaları yapmaması, perdemeleri yada ikili oyunları kullanarak bulabileceği boş şutlarla oyuna katkı yapmasını beklerdim. Hidayet'in sahaya yansıyamayan katkısını, bugün süpriz bir isim olan Semih'ten aldık. İlk 2 maçı izleyince Semih'le bu şampiyona nasıl biter sorularını kendimize sorarken Polonya maçıyla başlayan yükselişi İspanyol uzunlarına karşı olan duruşuyla kendi adına maksimum seviyelere ulaşmış oldu. Maç sonunda "Gasol hepimiz tanıyoruz, nasıl bir oyuncu olduğunu biliyoruz. Ben, O'nun karşısında sert durdum, mücadele ettim ve kazandım!!!" açıklamasıyla bazı konularda ne kadar gelişebileceğinin sinyallerini verse de bugün özellikle savunma katkısı çok değerliydi.
Bugün, son Polonya maçında olduğu gibi takımın en etkili iki ismi Ersan ve Ömer Aşık oldu. Maçın en kritik pozisyonunda Sergio Llull'e ikili bloğu yapanların da bu iki isim olması hoş bir detaydı. İkisinin de hemen her ribundda sonuna kadar mücadele etmesi, Ersan'ın izleyenlere göre savruk ama bir o kadar etkili oyunu, Ömer Aşık'ın atletizmi, pozisyonuna göre çok hızlı ilk adımı ve ayaklarının oluşu ve potaya doğru çekinmeden dikey gidişleri rakibi en çok zorlayan silahlarımız oldu.