20 Haziran 2009
hâlâ aşk var mı?
sesimi duyan var mı?
masum değiliz hiçbirimiz
Gerek fırsat olmamasından, gerek de atılan adımları görmek adına bekledim serinin son maçı ve geneli hakkında yazmak için. Son maçın sonunda olanları anlatmaya gerek yok, herkes yeterince yazdı çizdi ki tekrar gibi olacak ama burada yazılanların hepsinin altına imzamı atarım. Olayları izlerken utandım. Fakat salı gününden bu yana olanları gördükçe daha da utanıyorum. Bir kez daha sorun görmezden geliniyor ki böylece sorun olmadığı kanısına varıyorlar sanırım. Ancak sorun var. Hem de büyük bir sorun var ve bu sorunun oluşmasında herkesin parmağı var.
Maçtan sonra "Fenerbahçe Ülker bu ligde nasıl oynayacak" diye feryat eden Ergin Ataman'ın serinin başından beri masum olmadığını biliyoruz. Son maçta her faulunden sonra özür dileyip saç okşayan Kaya Peker'in de seri boyunca neler yaptığını biliyoruz. Maç sonrası taraftarları sakinleştirmeye çalışan Ali Koç'un seri boyunca neler yaptığını biliyoruz. Tahrik edildik kelimesi gerçekten çok komik kalıyor şu olaylara, özellikle serinin belki de en sakin maçı sonrası.
Her iki ekibin de yönetimi, oyuncuları, teknik ekibi ve Fenerbahçe Ülker taraftarı tüm bu olaylardan sorumludur. Doğal olarak Fenerbahçe Ülker daha da sorumludur ve umarım alabilecekleri en yüksek cezayı alırlar. Ancak bu filmin baş sorumlusu yönetmenidir. Kriz ancak bu kadar kötü yönetilebilirdi sanırım. Gerçi ortada yönetilen pek bir şey yoktu. 5. maçın sonundaki olaylar iyi okunabilse son maçta böyle şeyler olmayabilirdi ama verilen kararlara bakılırsa federasyona göre 5. maçta Rasim'in masa tekmelemesi dışında hiçbir şey olmamıştı. Seri boyunca her maç bir adım öteye ilerleyen gerginlik de bir türlü engellenmeyince çığ olup basketbol dünyasının üzerine çöktü.
Bundan ders alması gereken federasyondan hâlâ net bir açıklama yok. Muhtemelen Türkiye'deki balık hafızalıktan faydalanıp sessiz kalarak unutturmaya çalışıyorlar. Sonrasında da serinin son maçı öncesi olduğu gibi göstermelik cezalar açıklanacak ve görevimizi yaptık diyecekler. Ancak ortada büyük bir utanç lekesi kalacak ve bu leke de temizlenmediği sürece daha da yayılacak.
18 Haziran 2009
federasyon hâlâ sessiz!
ve yeniden efes!
Aslında bir maçın olaylarının böyle önce geçmesi pek istenilen bir durum değildir. Kendi adıma öncelikle maçın hakkını vermek isterdim. Ağırlıklı olarak duygusal olsa da maç yazısından ziyade olaylara değinmek durumunda kaldım. Sıra maça değinmeye ve kazananın hakkını vermeye geldi.
Aslında Fenerbahçe maça skor bulma anlamında iyi başlamıştı. Solomon ve Mirsad’ın iyi oyunu, önceki yıllardan alıştığımız zorlama dış şutlara dayalı oyun Fenerbahçe’ye belli bir rahatlıkla maçı önde götürme şansı tanımış gibi göründü. İkinci periyotta Efes Pilsen oyuncu değişiklikleri, oynadıkları yalın ve ikili oyuna dayalı güzel setler ile öne çıkmaya başladı. Hatta bir ara kim ikili oyun denese Kaya pota altında bomboş bir şekilde potayla baş başa kalıyordu. Bu ikili oyunlara doğru bir pas trafiği eklendiğinde Efes Pilsen’in lehine fark bir ara 11 sayıya kadar çıktı. Bu süreçte Tanjevic’in -çok kez karşılaştığımız üzere- oyunu izlemesi ve mola almaması artık bizi şaşırtmadı. Bu arada aynı Kaya Peker’in kendi potasına iki kere temas ederek rakibe ucuz sayılar vermesi de gözlerden kaçmadı. Efes Pilsen'de takımı adına hataları yapan Kaya iken, Fenerbahçe taraftarı da kendi takımını oyundan düşürmek adına Semih serbest atış kullanırken sahaya yabancı maddeler atmakla meşguldü. Böyle bir davranışın takımına yarayacağını düşünmüş olmalılar herhalde! Keza (Semih pek iyi bir serbest atıcı olmasa da) 2 serbest atışın girmemesi ve Fenerbahçe'nin belki de oyundan soğuması ile sonuçlandı bu sahneler. O dakikadan sonra Efes Pilsen rüzgârı arkasına aldı gördüğüm kadarıyla...
Bu periyodun bir diğer kritik unsuru Efes Pilsen’in dönem dönem denediği tam saha baskılardı. Bu baskılar Fenerbahçe top kayıplarına sebep oldu. Efes Pilsen ise ilk yarının son iki dakikasına kadar top kaybı bile yapmadı. Ve yine vurgu yapmak gerekiyor ki, Efes Pilsen’in oynadığı basit oyun yapılan az top kayıplarının en önemli sebebiydi. İlk yarıda göze çarpan bir diğer nokta da Sinan ve Shumpert’ın girişiyle Efes Pilsen’in oyun renginin tam anlamıyla değişmesiydi. Ayrıca seri başından beri ilk kez Kerem ve Ender aynı anda verimli bir oyun sergiliyordu.
İkinci yarıya Fenerbahçe daha istekli ve sert savunma yaprak başladı. Mrsic’in seri boyunca kritik dakikalarda yaptığı katkılara bir yenisini ekleyince Fenerbahçe tekrar oyunda eşitliği sağladı. Bu süreçte Fenerbahçe’nin en önemli hücum silâhı her zamanki gibi üç sayılık atışlardı. Ergin Ataman bu sırada aynı ilk yarıda Tanjevic'in yaptığı gibi, mola almayı unuttu. Fakat daha önceki maçlarda dediğim gibi melekler Ataman’ı korudu ve Efes oyunu önde götürmeyi başardı. Bu periyotta Kakiouzis öyle kritik anlarda sayılar buldu ki, kırılma noktalarında oyunu çeviren kişi oldu diyebiliriz.
Son periyotta Efes Pilsen mümkün olduğu kadar tempoyu düşürüp, savunmayı sertleştirme fikrine sahipti. Aslında bu taktiğinde ilk anlarda başarılı da oldu. Fakat son periyotları çok iyi oynayan Emir Preldziç öyle bir günündeydi ki, takımını olmaz denilebilecek oyunlarla öne geçirmeyi başardı. Bu noktadan sonra Efes Pilsen kontrollü oyununa devam edip, paniğe kapılmadan, mücadele ederek maçı kazanmayı bildi. Oyunun son bölümünde Fenerbahçe çok kötü ve doğaçlama bir oyun sergiledi. Eli sıcak olan Preldziç, savunmanın katkısıyla olsa da unutuldu. Çoğu kritik topu en son kullanabilecek kişi olan Devin Smith kullanınca Efes Pilsen zor olanı başarıp 2-0 geriden gelerek, durumu 4-2 yaparak şampiyon olmayı başardı.
Aslında gönül isterdi ki bu dakikadan sonra sevinç ve mutluluk sahnelerini konuşalım. Hatta Fenerbahçe oyuncularının ve yöneticilerinin can-ı gönülden rakiplerini kutladığı hoş sahneleri burada tasvir etmek de isterdim. Ne yazık ki fanatizmi hayatımızın her yerine sokabilen zevatlar, hayatımızın bu en zevkli temaşa aracını da bir şekilde kirletmeyi başardılar. Bu üstün başarıyı(!) gösteren Fenerbahçe veya Efes Pilsen camiası ayırmadan kim varsa tebrik ediyorum!
Şampiyon Efes Pilsen’i de can-ı gönülden tebrik ediyorum. Aslında ben dahil birçok kişi 2-0’dan sonra geri dönemeyeceklerini düşünüyordu. Fakat maçlar sahada kazanılıyor. Efes Pilsen ilk 2 maçı kaybetmesine rağmen kazanmayı çok istemişti. Ve özellikle ikinci maç sonrasında kazanmaya daha inanan, organize olmuş ve modern basketbolun tüm gereklerini yerine getirir haldeydiler. Bunun karşılığını da hak ettikleri şampiyonluğu alarak taçlandırdılar. Yaşananlar çirkin olsa da 13. şampiyonluk bence Efes Pilsen’e yakıştı.
sizler “hâlâ” seyirci misiniz?
Seriye basketbol açısından bakarsak, iki tarafında hakettiği bir eşleşme oldu. Böylesi güzel bir seri yaşattıkları için kazanana da, kaybedene de teşekkür etmek gerek, gerekirdi. Bunu gösteremeyen kişiler ne taraftardır, ne de birer insan. İzlerken sinirimden ağlayacaktım. Nasıl bir duygudur bu yahu? Kazananı alkışlamamak, kaybetmenin de oyunun bir parçası olduğunu bilmemek.
*Seyirci bu şovun bir parçası ancak böylesi değil. Kulübü sorumlu tutmadan seyirciye verilebilecek bir ceza türü var mıdır?
federasyon ne iş yapar?
17 Haziran 2009
şampiyonluk ve çirkinlik!
jordan hill
Eğer NCAA’de en çok gelişme gösteren oyuncu ödülü olsaydı, şüphesiz ki bunu Jordan Hill alırdı. Draft’a girme kararı almadan önce bir sezonda ortalamalarını 5 sayı ve 3 ribaund arttıran Hill, bir anda draft’ta ilk on için düşünülen oyuncular arasına girmeye başladı.
Teknik detaylara girmeden önce Jordan Hill’in ne kadar çalışkan olduğundan bahsetmek gerekiyor. Hani “her antrenörün takımda görmek istediği oyuncu” diye klişe bir laf vardır ya, Hill bu tanıma bire bir uyan tarzda bir oyuncu. İnanılmaz çalışkan, oyundan bir an için kopmayan, konsantrasyonu her zaman üst seviyede, atlet ve hareketli bir pota altı gücü Jordan Hill.
2.09 boyunda ve 2.17 kulaç uzunluğuna sahip olan Hill’in patlayıcılığı muazzam. Karşısında durmaya çalışan savunmacılar genellikle faul yapıyorlar. Yüksek top hakimiyeti olmasa da, çabukluğu sayesinde dribling ile çembere ulaşabilen biri Hill. Bu sayede birçok faul alıyor ve serbest atış çizgisine gidebiliyor. Orada ne yaptığını sormayın, zira oyununun en kötü yönlerinden biri faul çizgisindeki yüzdesi. Son sezonunda %65 ile oynamış Jordan Hill.
Ribaundlar, muhtemelen Jordan Hill’in oyununun en kuvvetli yönlerinden biri. Üç yılda Arizona Üniversitesi tarihinin en çok ribaund alan dokuzuncu oyuncusu olmayı başaran Hill, bilhassa hücum ribaundlarında çok etkili. Uzun kolları ve atletizmi sayesinde gayet iyi bir blokçu olan Jordan Hill, savunma yönüyle lige hazır oyunculardan biri. Müdafadaki tek sıkıntısı erken faul problemine girmesi.
Hücuma gelindiğinde Jordan Hill’in sıkıntıları ortaya çıkıyor. Hill, lise birinci sınıfa kadar basketbol oynamamış ve dersleri iyi olmadığı için lisedeki üçüncü yılında da kenarda oturmak zorunda kalmış. Bu yüzden çok yetenekli olmasına rağmen NBA için hazır bir hücum silahı olduğunu söylenemez. Her pozisyonu smaçla bitirebilmesi, ayak çabukluğu ve pick&roll esnasında bir tank gibi olması tecrübe kazandıkça Amare Stoudemire benzeri bir oyuncu olabileceğinin bir göstergesi. En azından Arizona maçlarını izlediğinizde oyununun ona çok benzediğini görebilirsiniz.
Temmuz sonunda 22 yaşında olacak Jordan Hill. Buna rağmen potansiyeline ve çalışma azmine bakıldığında gelişimini sürdüreceğini ve üç-dört sene içinde ligin etkili uzunlarından biri olabileceğini söylemek mümkün. JH, yeni bir Amare Stoudemire olur mu bilinmez, ancak kesin olarak söylenecek tek bir şey var: bu çocuk gittiği takımda taraftarın favori ismi olacak.
nerede bu devlet nerede bu tbf?
16 Haziran 2009
anlayan beri gelsin!
Aslında bu verilen ve verilmeyen cezalar ne manaya geliyor? Acaba Disiplin Kurulu; "Hakem hata yapmıştır ama biz de bu hataya ortak olup ceza alması gerekenleri cezalandırmıyoruz!" demek mi istiyor? Veya "Tanjevic milli takım koçu, ona ceza vermeye gücümüz yetmez!" demek mi istiyor? Nereden bakarsak bakalım, cevabını asla alamayacağımız ve kesinlikle tahkim denen bir müessese varsa işletilmesi gereken cezalar bunlar. Kaya, Mirsad, Tanjevic, X veya Y kim ceza alması gerekiyorsa hak ettiği cezayı almak zorunda ki bu pis kokuların arkası kesilsin. Öyle cezalar verilsin ki önceki yıllarda başkalarının aldığı cezalar ile kıyaslandığında "kurul doğru yapmış" denilebilsin. Eğer federasyonun kurulları bu işi yapamıyorsa da derhal istifa etsin. Elbet ki camia da bu işi layığıyla yapabilecek birileri bulunacaktır.
Kendi adıma serinin gerginliği dahil birçok şeyden rahatsızım. Dördüncü maç sonunda çıkan olaylar ve yönetici açıklamaları ilgili bir ceza görmediğim şu ortamda(ki daha önceki maçlarda Ataman'ın Tanjevic için söyledikleri de bence cezayı hakedecek şeyler), bu verilen cezaları gördükten sonra artık şu camia için üzülmek dışında elimden birşey gelmiyor. Umarım birileri "sıvamak" yerine bu çirkinliği "temizlemek" gerektiğini tez zamanda anlayabilir!
şapkadan çıkan "on" numaralar...
Magic'in final yolculuğu kısaca böyleydi. Şaşırtarak, sürpriz geri gelişlere imza atarak finale ulaşmışlardı. Finaldeki durum yine çok farklı değildi. Ancak yine bir sürpriz beklentisi de yok değildi artık. Bundan sonrası da malum ne oldu, nasıl geçti biliyoruz. Herhangi bir sürpriz de olmadı. İşin sürpriz kısmı başka yerlerden geldi.
Sezonu kapattı denilen nelsON bir anda hortladı. Evet sahadaydı ve oynuyordu. SVG nelsON-alstON dengesini kuramadığı gibi ihtiyaç anlarındaki oyuncusu johnsON'ı da unuttu hem de ne unutmak yokmuş gibi davrandı. Rafer'in ve Jameer'in'ın maç içindeki yanlış tercihleri bitmek bilmedi. Hatta kimi zaman Hido'yu gördük top getirirken, oyun kurarken. Bu demek oluyor ki "benim top getirecek adamım yok." Var da yok. Yok da varmış gibi davranıyorum.
Altı ay önceden "iyileşmez" denilen bir oyuncu iki ay önce iyileşince direk ona sarılmak niye? Hem de final serisi oynarken. Jameer sistemin önemli bir parçasıydı ama tam iyileşmemişken bu kadar uzun süre oynatmak ve Anthony'i unutmak. Olay Jameer'i ya da Rafer'ı yerden yere vurmak değil, SVG'nin rotasyonun içine çomak sokması, hem de baya büyük bir çomak sokması.
Herkes farkındadır ki Magic bu seriyi kazansa Hido finallerin MVP'si olacaktı. Daha yakın zamana kadar Hido'ya sinir olmuş olan ben bile Magic'in kazanmasını istemiştim. Fakat bahsettiğim dönemden bu yana Hido'daki değişim takdirlik. Onun sayesinde eğlenceli ve keyifli bir final serisi geçirdik. Sezar'ın hakkı da sezar'a. Lakers tüm seri boyunca çok iyi oynadı, oyundan düştüğü zamanlar oldu, yılmadılar; kötü oynadıkları zamanlar oldu, vazgeçmediler ve haklı bir şampiyonluk kazandılar.
* Rasim Başak'ın yaptığı, hakemin kararı tartışmaları arasında gümbürtüye gitmez umarım.
collet'nin elindekiler
NBA Final Serisi'nin son maçını Lakerslı arkadaşlar ile izlemek gerçekten bambaşka bir deneyim oldu. Hepsine teşekkür ediyorum, çok keyifli ve değişik bir atmosferdi. Neyse buna belki ayrıntılarıyla başka bir postta değiniriz, konudan sağlam saptım çünkü.
Bilindiği üzere Ağustos'ta Avrupa Basketbol Şampiyonası için son bir eleme turnuvası yapılacak. Milli takım finallere gittiği için bizi pek alakadar etmiyor bu tur. Fakat grubumuzdan tanıdığımız Fransa finallere gidebilmek için bu turnuvadan çıkmak zorunda. Dolayısıyla hazırlıklar da son hız devam ediyor. Koç Vincet Collet'nin elinde geniş bir kadro seçeneği var, lakin bazı istediği oyuncuların gelememe durumu sıkıntısı da mevcut. En son 29 kişilik bir liste hazırlayan Collet bunu 15 oyuncuya indirip 9 da yedek belirlemek durumunda. İtalya ve Finlandiya ile hem içerde hem de dışarda oynayacak olan Maviler'de NBA patentli Tony Parker, Boris Diaw, Ronny Turiaf ve Nicolas Batum takıma katılacak. Ancak Mickael Pietrus ve Joakim Noah'ın durumları belirsiz. Zorlu play-offlarda beklenenden daha çok görev alıp etki yaratan Pietrus'un yorgunluğu ve sezon sonu halet-i ruhiyesi her şeyi belirleyecek gibi bu konuda. Ancak ağabey Florent ve Joseph Gomis takımda yer alacak diğer isimler olacak gibi gözüküyor. Bunların dışında 25 Haziran'da yapılacak NBA Draftı'na katılacak Nando De Colo'nun (İsmail daha güzel değerlendirir şansını) durumu da limoni. Fransa Ligi'nde sezonun MVP'si Alain Koffi ise kadronun omurgasını oluşturan isimlerinden biri olacak kuşkusuz. Collet ayrıca bu sene ikinci baharını yaşayan Laurent Foirest'yi de emeklilikten dönmesi konusunda ikna etme planları yapıyor. Collet'nin tercih etmeyeceği iki isim var ki onlar geçen gün Nancy forması altında kariyerinin son maçına çıkan Cyril Julian ve "Koffi varken almam" dediği Tarıq Kirksay.
Kadro tam bir açıklansın daha geniş yorumları yaparız.
15 Haziran 2009
turka hidayet derken?
Hidayet Türkoğlu'nun başarılı olması tüm Türkiye'nin NBA'e olan ilgisini arttırdı. Şimdi Hido'yla ilgili haberler basında daha çok yer alıyor, insanlar maçları takip edip gelişmeleri ilgiyle izliyorlar.
Dün Anadolu Ajansı, AOL Fan House'ın NBA bölümünde yer alan blogu kaynak göstererek bir haber yapmış. Haberin orijinalini bu linkten bulabilirsiniz. Orada Magic CEO'su Bob Vander Weide'nin ağzından "Hido'yu tutmak için gerekirse lüks vergisi öderiz" sözünü vermişler. Fan House haberin orijinalinde, altında bilgi olarak "Orlando bu sene 71.1 milyon dolarlık lüks vergisi sınırının altında kalarak 68.7 milyon dolar ödüyor" yazmış.
Efendim, gelelim bu olayın canım basınımıza yansımasına. Hürriyet'in internet sitesi hurriyet.com.tr, haberi ’Turka Hidayet’ NBA’de 71 milyon dolara çıktı, ’en pahalı Türk sporcu’ oldu başlığıyla vermiş. Hürriyet'in internet sitesinin haberinde "Bu sezonki performansıyla NBA’e damgasını vuran, bir çok takımın transfer listesinin en tepesinde yer alan Türkoğlu için kulübü Orlando Magic, 5 yıllığına 71.15 milyon doları gözden çıkardı." yazıyor.
Haberin devamında şöyle bir bölüm var:
"Orlando Magic’in önereceği yeni sözleşmeyle Türkoğlu’nun eline yılda 13.5 milyon dolar geçecek. Bu ücret Türkoğlu’nun dünyada en fazla kazanan Türk sporcu yaparken, NBA’de de en fazla kazananlar arasına girecek."
Anladığınız üzere NBA'in en çok kazananlar listesine de bakmamış arkadaşlar. Neyse, haberin devamında şöyle de bir şey var:
"Orlanda Magic’in finallerdeki rakibi Los Angeles Lakers’ın yıldızı Kobe Bryant ise Hidayet Türkoğlu hakkında yaptığı açıklamada," Hido’nun performansı her geçen maçta daha da artıyor. Çok değerli bir oyuncu. Büyük bir yıldız. NBA’de layık olduğu zirveye geldi. Ben Lakers için neysem Hido’da Orlando için odur" yorumunda bulundu."
Şaka değil, bunu gerçekten yazmışlar. Ne araştırma, ne kaynak gösterme var. Nasılsa Hido da iyi oynuyor ya, yaz 71 milyon doları. Altına da Kobe'den açıklamalar döşe... Oooh! Kimse fark etmez, böyle de geçer ne de olsa.
Açıklamayı yapalım biz yine de.
1-) Turka diye bir lakabı yok Hido'nun, Orlando'ya geldiğinden bu yana "The Turk" diyorlar. "Sleepy face", "Mr. Fourth Quarter", "Michael Jordan of Turkey", "Turkey Glue" diğer lakapları. Ama kimse Turka demiyor. Turka ne zaten, İngilizce'de nasıl Turka dersin?
2-) 71 milyon dolar lüks vergisi sınırı. Yani bu sezon herhangi bir NBA takımının toplam oyuncu maaşı o sınırı geçerse, o sınırın üzerindeki meblağ için %100 vergi ödemek zorunda kalacak. Hido'nun beş yıllık anlaşmasıyla bir alakası yok anlayacağınız.
3-) Kobe'nin seri boyunca tüm basın toplantılarını takip ettim, Hidayet hakkında birkaç söz söylüyor ama, hiçbirinde "ben Lakers için neysem Hido da takımı için o" diye bir şey söylemedi.
Arkadaşlara hayatlarında başarılar diliyorum. Ancak böyle bir gazetecilik anlayışı kalmadı ülkede. Daha fazla okuyan, araştıran ve takip eden okuyucular var karşınızda. Zaman değişti.
yorum farkı
Fenerbahçe Ülker'li oyuncuların itirazlarını ve tepkilerini vandal bir biçimde göstermeleri çok çirkindi. Bunları tasvip etmek mümkün değil. Özellikle Rasim Başak'ın bu takımda yeri olmadığını bir kez daha kanıtladı bu maç. Taraftarların en ufak olayda 'tahrik olduk' bahanesine sığınıp sahayıp şişeye boğmaları akıl alır gibi değil.
Maçla ilgili yazıları Kerem ve Muyu gayet güzel şekilde yazmışlar, onlara eklenecek fazlaca bir şey yok. Benim yazmak istediğim konu maçın kaderini çizen ve olayların fitilini ateşleyen pozsiyon hakkında. Öncelikle pozisyon net olarak faul, o su götürmez. Ayrıca yukarıda da dediğim gibi sonrasında gelişen olayların hiçbir şekilde mantıklı açıklaması yok ve umarım bu olaylara karışan herkes alabileceği en büyük cezaları alır. Pozisyon için Nur Germen "top oyuna girmeden yapılan tüm fauller sportmenlik dışı olur" dediğinde şaşırdım çünkü bu kuralın bu kadar katı olması garip geldi.
FIBA'nın sitesinde kurallara baktığımda ise bu kuralın Nur Germen'in dediği gibi olduğunu gördüm.STATEMENT
When the ball is out-of-bounds for a throw-in and is still in the hands of the official or is already at the disposal of the thrower-in and at that moment a defensive player on the court causes contact with a player of the team of the thrower-in also on the court and the foul is called, this shall be judged as unsportsmanlike.
Ancak bu kuralın hemen altındaki örnek kuralın açılımını biraz daha iyi gösteriyor.
Example 1:A4 has the ball in his hands or at his disposal for a throw-in when B5 causes contact with A5 and a foul is called on B5.
Interpretation: Because B5 is obviously not making any effort to play the ball and an unsportsmanlike advantage is gained by not allowing the game clock to restart. An unsportsmanlike foul must be called without a warning being given.
Örnekteki faulun sportmenlik dışı olarak çalınmasının açıklamasında faulu yapan oyuncunun bundan sportmenliğe aykırı bir avantaj elde etmesi. Ancak bu maçtaki pozisyonda öyle bir durum olduğunu düşünmüyorum. Fatih Söylemezoğlu bu yorum hakkını kullanarak pozisyonu normal faul olarak değerlendirebilirdi -ki bence iyi hakemlik bu yorumları yapabilmeyi gerektirir- ancak o kuralcılıktan yana davrandı ve sportmenlik dışı faul çaldı.
Son olarak taraftarlar, yöneticiler, Mirsad, Rasim ve Kaya. Bu hareketleriniz spora hiç yakışmıyor.
14 Haziran 2009
heyecanın dozu artıyor!
efes bir adım önde
Maçın ilk yarısında daha dengeli, hücumda çok daha fazla top çevirip doğru şutu bulmaya çalışan taraf Efes Pilsen'di. Kaya'nın, serinin geri kalan maçlarındakinden daha cesurca direk çembere giden hücumlarıyla pota altından kolay sayılar buldu Efes. Bu sayede farkı ilk çeyrek sonunda farkı 12 sayıya kadar çıkarsalar da ribaund konusundaki zaafları ve kolay faullerle Fenerbahçe'nin skorda kendilerini yakalamalarına yardımcı oldular. Fenerbahçe'nin ilk yarı boyunca topu çember altına indirememesi oyunun gidişatını Efes Pilsen'in yönlendirmesinde büyük etkendi. İki taraf adına da kaçan serbest atışlar ilk yarı sonunda skorun başa baş gelmesinin sebeplerinden biriydi.
İkinci yarı basit top kayıplarıyla başladı ama geriden gelmenin enerjisiyle, Solomon-Oğuz Savaş ikilisiyle rakibini yakalayan Fenerbahçe 42-41'lik skorla maçta ilk kez öne geçti ama bu bölümde belki de serinin en kritik adamı olan Sinan Güler önce savunmada Solomon'u sindirip sonra da hücumda kiritik bir üçlük ve bir tane inanılmaz tip-basketle Efes'in maça tutunmasını sağlayan isim oldu. Shumpert'ın sayılarıyla 4. çeyrek başında fark tekrar 7 sayıya çıksa da Mirsad'ın aklımda kalan en az 3 tane çok zor basketiyle Fenerbahçe bir kez daha skora ortak olmayı başardı.
Maçın son 26 saniyesine Efes 2 sayı farkla önde girdi ve bu anda Ergin Ataman cesur bir karar alıp top Fenerbahçe'deyken Ömer Onan'a faul yapıldı. Bunun, Ergin Ataman'ın tüm seri boyunca yaptığı nadir doğru kararlardan biri olduğunu düşünüyorum. Ömer'in başarılı faulleriyle son 15 saniyeye berabere girildi ve plan Ergin Ataman'ın "en azından top elimizde olsun, en azından yenilmeyelim" stratejisi üzerinden işlemeye çalışıyordu. Çalışıyordu diyorum çünkü Efes topu köşeye sıkıştırarak top kaybı yapmanın eşiğinden döndü. Topu köşeden oyuna sokan (bu sezon NBA ve BBL'de ne kadar çok değerli oldu bu topu oyuna yandan sokmalar) Efes Pilsen 5 saniye ihlali yapmak üzereyken Ömer Onan'ın çok gereksiz faulüyle ayrı bir paradoyi daha izlemeye başladık. Maçın en kritik anında yeni kurallardan birini daha yaşamış olduk. Top henüz oyuna
girmeden Ömer, Smith'e faul yaptığı için sportmenlik dışı faul kararı çıktı ve işlerde bu andan sonra çığrından çıkmaya başladı. Böyle kritik bir hatanın üstüne hakemlere kontrolsüz itirazda bulunan Fenerbahçe cephesi o saniyeden sonra zaten az olan kazanma şansını da tamamıyla kaybetmiş oldu ve Efes serinin ilk ev sahibi galibiyetine imza atmış oldu.
Sahadaki oyunculardan bazılarının itirazlarını da anlayışla karşılamak isterim ama sezon boyunca yaptığı hiç bir şeyi anlayamadığım Rasim'in gidipte masa hakemlerinin bulunduğu masayı gözü dönmüş sapıklar gibi tekmelemesinin hiç bir açıklaması olamaz bana göre. Referanslarından dolayı biraz abartacağım ama bu hareketinden sonra 1 yıl bile ceza alsa kolay kolay akıllanabileceğini sanmıyorum.
Seri boyunca teknik faul düdüklerinin, Efes cephesinden Kaya ve Kasun'a, Fenerbahçe cephesinde ise Mirsad, Semih, Solomon ve Rasim'e çalınamayışının! bu kritik maçın son saniyelerine sıkıştırılmaya çalışılması da hakemlerin bir kez daha maçın önüne geçmesinde etkili oldu. Serinin önceki maçlarında her pozisyonda hakemi Allah'a haval edenler ve rakibi kendisine ters bir hareket yapsın diye ortamı bilerek gerenlere gereken düdükler çalınmış olsaydı kimsenin bu kadar gerileceğini düşünmüyorum.
Sırtı dönük oyun anlamında belki de maçın en etkili ismi olan Oğuz'u yeteri kadar kullanamayan Tanjevic'e de burdan selam olsun.
Ömer Aşık son 2 sezondur açık ara en favori sporcum. Yaşadığı şanssız sakatlık sonrasıda beklediğimden de hazır dönmüş olması çok sevindirici ama tüm yeteneklerine ihanet eden o serbest atışlarını geliştirmesi şart. Attığı air-ball ve her çizgiye gelişinde kendine olan güvensizliği çalışma azmiyle buralara kadar gelen Ömer'e hiç yakışmıyor bence.
Yazıyı da Melih Gümüşbıçak'ın 3. çeyrek sonunda ki harika yorumuyla bitirelim.
"Green şuuuut girmiyor, ayak çizgide; girse de girmiyor"