12 Haziran 2009

tyreke evans


Geçtiğimiz sezon Memphis Üniversitesi’nin birinci sınıf öğrencisi Derrick Rose draft’ın ilk sırasından seçilmişti. Efsane koç John Calipari’nin Memphis’ten ayrılıp Kentucky’ye transfer olması, sayesinde bu sene de Memphis etiketli bir oyuncunun ilk beş sıradan seçilmesi bekleniyor.

O oyuncunun adı Tyreke Evans. John Calipari’nin geniş rotasyonlu sisteminde bile kendine 29 dakika süre bulabilen Evans, doğuştan bir skorer. Günümüzün klasik iki numaralarında gördüğümüz üzere, çabuk bir ilk adımı var ve penetresi müthiş. Evans’ın top hakimiyeti de gerçekten dikkat çekici. Hücumda tek fikri sayı üretmek ve turnike esnasında rahatlıkla yer değiştirebilme özelliğiyle her pozisyonda bunu başarmanın bir yolunu bulabiliyor. Orta mesafe şutunun da tatmin edici olduğunu da ekleyelim.




Evans’ın fiziği de şimdiden NBA’e hazır olduğunun bir göstergesi. 1.96 boyundaki Tyreke’in kulaç uzunluğu 2.11. Arkadaşın dizlerini kaşımak için eğilmeye ihtiyacı olmuyor anlayacağınız. Uzun ve çabuk kolları sayesinde bol bol top çalıyor. Fiziğinin iyi olması onun ribaundlardaki etkinliğini arttırıyor. Zaten iki numara oynamasına rağmen 5.4 ribaund ortalaması var.

Eksiklerinden bahsetmek gerekirse, konuyu şutlardan açmak gerek. Evans’ın güvenilir bir dış şutu yok, üç sayı çizgisinin gerisinden istikrarlı isabet bulamıyor. Ayrıca pas yeteneği ne kadar iyi olursa olsun, kendine oynamayı fazla sevdiği için bazılarının söylediği gibi oyun kurucu pozisyonunda da oynayabileceğini düşünmüyorum.



Genel olarak bakılırsa, Evans’ın potansiyeli henüz 19 yaşındaki bir oyuncu için oldukça fazla. Kendisinin nasıl bir oyuncu olacağını tahmin etmek gerekirse, OJ Mayo ve Jamal Crawford’ın skorer kimliğine sahip olduğunu söylemek mümkün. Tabii ki Evans’ın şutunun onlarla aynı cümlede kullanılmasına imkân bile yok.

Fiziksel yönden hazır olduğu için seçildiği takıma hemen skor katkısı yapacaktır, fakat diğer Memphis’li Derrick Rose ya da OJ Mayo gibi takımını bir seviye yukarısına çıkarması beklenmiyor.

Tyreke Evans, ismi karizmatik olsa da, oyunu şahsen çok sevdiğim tarzda oynamayan bir basketbolcu. Yine de ilerleyen yıllarda özellikle şutunu geliştirirse ligin önemli skorerlerinden biri olacaktır.

ya milyon dolar ya ölüm


Tim Donaghy’yi bilirsiniz. NBA’de 13 yıl hakemlik yapan TD, son iki sezonunda bahis işine bulaşmış ve kasıtlı düdükleriyle birçok maçın sonucunu etkilediği için 15 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. 42 yaşındaki eski hakem şu sıralarda hapiste.

Ceza aldıktan sonra dört çocuğunun annesiyle boşanmak zorunda kalmış ve her şeyi itiraf ettiği için mafya peşine düşmüş.

Pişman olduğunu, hayatının geri kalanında bu utancı taşımak zorunda kalacağını ve cezası neyse çekmeye hazır olduğunu söylemişti Donaghy. Ancak bu mafya için pek yeterli olmamış. Tim Donaghy, hapisteyken oda arkadaşlarından biri tarafından saldırıya uğramış.

Florida’nın Pensacola şehrindeki düşük seviye korumalı bir hapishanede kalan Donaghy’nin oda arkadaşı, bir sopayla eski hakemin sağ dizine vurmuş. Bununla da yetinmeyen saldırgan, “bu bir şey değil, önce dizlerini kıracağız, sonra kafana kurşunu yiyeceksin” şeklinde pek dostane olmayan şeyler söylemiş. Bu sözleri söylerken yüksesk sesle konuştuğunu tahmin ediyorum, ki iddialara göre kendisi New York mafyasının bir adamıymış.



Neyse, Donaghy özel korumaya alınmış ve saldırgan oda arkadaşı da başka bir hapishaneye sevk edilmiş. Eski hakem buna rağmen önlemleri yeterli bulmuyor ve Tampa’daki yarı açık bir hapishaneye sevkedilmek istiyor. Donaghy’nin cezası 24 Ekim’de bitecek.

Tahmin edin çıkınca ne yapmayı planlıyor TD? Eğer olur da New York mafyasından kurtulabilirse, yaşadığı her şeyi anlatacağı bir kitap yazacakmış. Tabii ki hangi maçı nasıl sattığını öğrenmek ilginç olacak tüm takipçiler için. Eminim ki Donaghy, mafyadan nasıl kaçacağını düşündüğü kadar bundan kazanacağı milyon dolarların da hayalini kuruyordur. Eh, kendisi zaten para sevgisi yüzünden burada değil mi?

geçmişten bugüne...






Resim -1:2009 NBA Finali 4. maçı: 4.6 saniye kala Derek Fisher maçı uzatmaya götüren basketi kaydediyor.

Resim -2:2004 Batı Konferansı Finali 5. maçı: 0.4 saniye kala Derek Fisher maç kazandıran basketi atıyor.

kingo disco









Bu şut sana gelsin Muyu!

lakers şampi...


Yazacak fazla bir şey yok aslında bu maçla ilgili.. Denver deplasmanındaki ilk maçın ilk yarısındaki rezalet oyundan sonra devre arasında yaşanan büyük hayal kırıklığı arkasından o maça benzer bir dönüş, şans faktörünün devreye girişi ve uzatmada maçı koparış.. İki berbat ilk yarıdan serinin kaderini belirleyen iki inanılmaz galibiyet çıkardı Lakers.. İlk 6 dakikada rakibe 6 boş üçlük imkanı veren, J.J. Redick ve Marcin Gortat'dan ikili oyun sonrasında Gortat üzerinden boş smaç yiyen paspas olmuş savunma ikinci yarıda nasıl geri döndü şu anda hiçbir şey bilmiyorum.. Tekrar izlemek gerek ama bir şeyler normal değildi bugün.. Kobe'nin Allen Iverson'culuk oynadığı, Pau Gasol'un yine Dwight tarafından fiziksel yönden ezildiği, Lamar Odom'un kenardan hiçbir şey vermediği bu maç 2 adama yazılır.. İkinci yarıda yanlış saymadıysam 16 sayı atan Trevor Ariza ve artık kendisine bir şey diyemeyeceğim, Robert Horry'nin bir boy küçüğü, büyük adam Derek Fisher.. Normal sezonda, play-off'un çok büyük bölümünde paspas olan adam finalde büyük toparlanma göstermişti zaten.. Bugün Lakers'ın şampiyonluk çekinin yarısını imzaladı tek başına..

Normal sürenin son 1 dakikasına 5 sayı önde girmişsiniz.. 3 sayıyken 2 faul kaçırıp son 5 saniyede beraberliğe geliyorsunuz.. Bu açık bir şekilde moral bozar.. Üstüne yetmiyor, aynı adamdan maç kafa kafaya giderken bir 3 daha yiyorsunuz.. Şans perileri bu sabah Lakers'ın yanındaydı.. Kobe'nin eğer bu maç alınacaksa bugün, kendisinin alması gerekirdi.. Beceremedi.. Sahneye Ariza ve Fisher çıktı.. Orlando'da Hidayet'e büyük yazık oldu.. Şu anda dünyanın en iyi 15-20 oyuncusundan biridir deyince 1-2 tepki gelmişti fazla dedin diye.. Ama bugün bir daha gösterdi onu.. NBA'in final serisinde şu topu oynayacak 10-15'ten fazla adam sayamazsınız.. 25 sayının, istatistik kağıdının dışında şeyler var Hidayet'ten sahaya yansıyan.. Çok daha saf basketbol yetenekleri şu oyunu oynayamaz bu seviyede..

Maçı neden Jameer Nelson'la bitirdi Orlando Magic anlamadım.. Ama Jameer'in büyük süreler aldığı 2 maçı da Lakers'ın kazandığı gerçeği bir kez daha gelecek Stan Van Gundy'nin önüne.. Bugünkü maç bu işin bitişidir nazarımda.. Buradan şampiyonluğu verecek takım, coach ve oyuncu zaten görünmesin kimsenin gözüne..

Fisher, bambaşkasın..

(İğrenç Türk basını klişesi başlık yüzünden herkesten özür diliyorum.. Yıllardır bu anı bekliyordum, fırsatı bulunca kullanıp rahatlamak istedim.. Teşekkürler, iyi sabahlar..)

11 Haziran 2009

yenilgiyi hazmetmek!



Taraftar olmak herşeyden önce rakibe saygı duymakla başlar. Bugün sahaya o yabancı maddeleri atanların taraftar olmak bir yana insan olmakla alakası olduğunu düşünmüyorum. Çok önemli bir sahne vardı o dakikalarda. Devin Smith top almak isteyen rakibine baskı yaparken ıslak zeminin azizliğine uğrayıp düştü. Şükür ki ciddi bir sakatlık geçirmedi ama geçireceği bir sakatlığı Fenerbahçeli olduğunu idda eden o kişiler nasıl karşılardı çok merak ediyorum. Acaba ne zaman kazanan bir rakibin sevincine tahammül göstereceğiz veya içimizden gelerek -takımımıza tepki göstermek için değil- rakibi ne zaman alkışlayacağız! Bu sahneler ülkemizde çok uzak hayaller mi ?

Maçın tamamını izleyememiş biri olarak izlediğim bölümden ziyade yanılgılarımı yazmak istiyorum. Açıkası Efes Pilsen'in şütor 4 numara sisteminin tutmayacağına inanıyordum, yanıldım! Efes Pilsen'in maçı geride götürürse Abdi İpekçi'de maç alacağına inanıyordum, yanıldım! İlk 2 maçtan sonra Ergin Ataman'ın takıma birşey veremeyeceğine inanıyordum, yanıldım! Efes Pilsen kaybedilen 2 maçtan sonra önceki yıllarda tutunamadığı Abdi İpekçi'de onur mücadelesi veriyor. Sadece bu senenin değil, artık eski Efes Pilsen eski Efes Pilsen değil diyenlere inat bu mücadeleyi yapıyor! Bakalım son yıllarda rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe mi, yoksa bu sene ligde iyi bir sezon geçirmesine rağmen Avrupa'da berbat bir sezon geçiren Efes Pilsen mi kupaya uzanacak!

Ek: Bir maç süren suskunlukta bitti. Yazık diyorum sadece... Şu yazacaklarımın Fenerbahçe veya Efes Pilsen ile alakası yok. Mahmut Uslu taraftarının onca rezilliğine rağmen hala sadece hakeme laf ediyor! İlk paragrafa ek olarak sormak istiyorm. Ne zaman bu tip ucuz yöneticilik devri sona erecek? Acaba ben görebilecek miyim ?

demar derozan



DeMar DeRozan basketbol için yaratılmış. 2 metre boyunda, 2.06 kulaç uzunluğu olan ve tam 98 cm sıçrayabilen (bu konuda ne kadar iyi olduğunu anlamak için mikrofonlarımız üstad Kerem’de) bu çocuğu, gelecek yıllarda bol bol en iyi 10 hareketin içinde izleyeceğiz. Merak edenler, bir yıl önce McDonald’s turnuvasında neler yaptığını şu linkten görebilir.

Hareketleri güzel, peki ya oyunculuğu? İşte orada bazı soru işaretleri var.

Öncelikle Toronto Raptors’ın ilgisinden dolayı ortalarda dolaşan “yeni Vince Carter” yakıştırmalarını bir kenara bırakın. Aynı cümlede kullanılmaları dahi söz konusu değil. DeMar DeRozan, atletik yeteneklerine çok güvenen, bu avantajını kullanarak içeriye ettiği penetrelerle sayı bulan bir oyuncu. Takdir edersiniz ki, NBA’de böyle bir fiziksel avantajı olamayacak.

DeRozan’ın oyun zekâsı ve şutu berbat. Penetrelerinde sürekli sağa doğru gitmesi onu NBA seviyesinde kolay savunulabilir bir oyuncu yapıyor. DeRozan üstüne üstlük maç içinde kaybolmalarıyla meşhur. Öyle maça ağırlığını koyup takıma galibiyet getirmesini bekleyemezsiniz.

Peki bu kadar kötü bir oyuncuysa, neden adı ilk beş sıra için geçiyor? Cevap çok açık: potansiyel. DeMar DeRozan kendini sürekli geliştiren bir oyuncu. Çalışmayı çok seviyor ve iyi bir koçla birlikte çok daha verimli bir oyuncu olabilir. Ayrıca sahaya çıktığınde elinde ne varsa onu yansıtıyor. Hakkında yazılan gözlemci raporları da şutunun gelişmeye müsait olduğunu söylüyor.

Tipik bir ghetto hikâyesi var DeRozan’ın. Henüz 10 yaşında smaç yapmaya başlamış ve uzun süre NBA hayalleriyle büyümüş. USC’de dört yılını geçirseydi durum farklı olur muydu bilinmez, ancak DeRozan’ın şu anda NBA için hazır bir oyuncu olduğunu söylemek çok zor.

Hem unutmayın, bu lig ne James White’lar, ne Rodney Carney’ler gördü...

i.t.ü. yeniden deneyecek


Türk basketbolunun en köklü camialarından bir tanesi olan İstanbul Teknik Üniversitesi pes etmiyor. Geçtiğimiz sezon ciddi bir yatırım yaparak kadrosunu yıldız oyuncu İbrahim Kutluay ile güçlendiren ancak buna rağmen Beko Basketbol Ligi'ne çıkma şansını play-off'larda yitiren bordo-beyazlılar bu yıl daha da hırslı geleceğe benziyor. Gelen söylentilere göre İTÜ, bu defa Ülker grubu ile sponsorluk anlaşması görüşüyor ve gelinen nokta da imza aşaması. Konuşulanlar İTÜ'nün 2 milyon doların üzerinde bir bütçeyle yola çıkacağı ve bu defa işini şansa bırakmayacağı yönünde. Tabii takım antrenörlüğü için de bir çok isim gündemde, şimdilik oralara girmeyelim ama Beko Basketbol Ligi'nin öylesi köklü, geleneğe sahip ve aynı zamanda da renkli bir camiaya ihtiyaç duyduğu aşikar.

Zamanında Kemal Erdenay, Necati Güler, Zeki Tosun'larla Türkiye Basketbol Ligi'nde fırtına gibi esen İTÜ, Ayazağa'da "üniversite" takımı kimliğiyle yeniden lige heyecan katabilir. Ancak bir yandan da biraz daha kurumsallaşması gerek.

yaş 39, iş bitmemiş!



Damir Mrsiç, belkide bu parkelerin gördüğü en profesyonel sporculardan biri. Yaşı 39, Fenerbahçe Ülker formasıyla 2 defa şampiyonluk yaşamış, deneyimli oyuncu bu seride bir çok gence çok önemli örnek oldu. Sadece bir köşede bekleyip, bir perdeden çıkıp 3'lük atsa ona kim ne diyebilir? Ligin belki de en iyi şutörü. Ama kendisi "o" kupayı bir kez daha kaldırmak istediğini gösterdiği performansla kanıtladı. Özellikle ilk iki maçta Ömer Onan'la birlikte Charles Smith'e yaptığı savunmayla ABD'li oyuncuyu sahadan silen Damir, 2. maçın son saniyesinde kaydettiği 3 sayılık basketle de güzel bir yemeğin tatlısını sundu. Her ne kadar inatla devam etse de kariyerinin artık son demlerini yaşayan Mrsiç, bu seride kendisine duyulan saygının çok daha fazlasını hak ettiğini ispatladı.

banvit gaza bastı

Beko Basketbol Ligi'nde final heyecanı yaşanırken ufak ufak transfer dedikodu ve hamleleri de şekillenmeye başladı. Sezonun açık ara en büyük hayal kırıklığı yaratan takımı olan Banvit transfere hızlı başladı. Sezonu hüsranla kapatan takımlardan biri olan Telekom'da suçun her zamanki gibi Ercüment Sunter'in yerine basketbolculara kesilmiş olması sebebiyle kadrodaki oyuncular kapışılmaya başladı bile.

Sezon bitmeden önce Orhun Ene'yle anlaşan ve kadroda yeniden yapılanma planları yapan Banvit için Telekom'un ıskartaya çıkan oyuncuları da biçilmiş kaftan durumunda. Sezon ortasında Joe Crispin'in sözleşmesini uzatmışlardı ama Orhun gelir gelmez Crispin'in kendi planları içinde olmadığını üstüne basa basa söylemişti. Crispin özellikle eli ısındığında inanılmaz skorer bir oyuncu ama skor yapamadığı maçlarda da takımı adına oyundan kopuşun en büyük sorumlularından biri. Orhun'un planlarında yer almayışının Crispin'in bu tip istikrarsız performanslarından kaynaklandığı düşünüyorum.

Barış Ermiş ligimizin gezgin oyuncularından. Bir sezon zirveye oynayan, diğer sezon orta seviyeli kadrolarda onun adını görmeye alıştık. Beşiktaş ve Karşıyaka forması giyerken ne kadar yetenekli olduğunu göstersede Efes Pilsen ve Telekom maceralarında çoğu maç saniye bile almadan benchi ısıtırken izledik kendisini. Güçlü fiziği, atletizmi, mücadele gücü ve savunmadaki sert duruşu Barış Ermiş'in beğendiğim özellikleri. Şutununda özellikle Karşıyaka döneminden itibaren belli bir istikrara girdiğini de söyleyebilirim. Tabii Telekom günlerinde bunların hiçbirini göremedik o ayrı! Zaten hep iyi süreler alıp iyi basketbol oynadığı dönemler sonunda para ve vizyon gibi etkenlere aldanıp büyük bütçeli ama süre alamayacağı klüp tercihleriyle bazı dönemlerde kariyerine ihanet etmiş olsa da bu tericihini kendisi ve Banvit adına oldukça doğru buluyorum. Asist özelliğini de geliştirebilirse Banvit'in beklentilerini karşılayabileceğini düşünüyorum. Oyun kurucu bölgesinde İbrahim Yıldırım, Yiğitcan Turna ve Şafak Edge gibi kendi dönemlerini domine edebilen genç ve yetenekli oyun kurucu adaylarıyla Türk basketbolunun kazanacağı güzel bir rekabete girecekleri fikri şimdiden oldukça keyifli gözükmekte.

Barış Özcan kariyeri boyunca şutuyla bir yerlere gelmiş oyunculardan. Hızlı olmayan ayakları ve bu seviye için bile yeterince güçlü olmayışı ve savunmadaki zaafları saf şutör özelliğinin hep en ön planda olmasında büyük etken oldu. Oyak Renault altyapasından yetişmiş olması sebebiyle takım oyununa yatkınlığıyla Barış Özcan'da hep üst sıraları zorlayan kadroların oyuncusu oldu. Telekom'da 2 sezondur oyunun sıkıştığı anlarda benchten katkı verecek oyuncu rolünü de elinden geldiğince iyi yerine getirse de fiziksel dezavantajları onun kariyerini etkileyen en önemli özellikti. Banvit'in kemik seyirci desteğini arkasına alacağı maçları gözümün önüne getirip skorer özelliğini bolca izleyeceğimizi düşünüyorum.

seramikçiler dönüyor mu?


Gümüşsuyu'nun tozlu parkelerinde bizim Irmak'a "Kukoç pas versene" diye bağırdığımız yıllardı. Hepimizin idolüydü ince uzun bacaklı Toni. Onu izlerken büyülenir, onun gibi oynamayı hayal ederdik. 1993 onun Jugoplastika (POP 84) sonrası tek başına rüştünü ispatlama senesiydi. Benetton'da idi artık. Daha doğrusu Kukoç'un Benetton'u idi Treviso takımı. Herkes onların o sene Euroleague'i kesin kazanacaklarını düşünüyordu. Hani hafif sendeleme olursa da bunu Sabonis'li Real Madrid'in başarabileceği dile getiriliyordu. Ya da en azından internetin olmadığı o dönemde ulaşabildiğim kaynaklar öyle söylüyordu. Ancak Kukoç ve arkadaşları Atina'daki Final Four'un finalinde, beklenmedik şekilde yarıda R.Madrid'i geçen Limoges'u karşılarında bulmuşlardı. Tamam artık, kupa mutlak bir şekilde, yine ve dördüncü kez Kukoç'un olacaktı. Ortak görüş buydu.

Ancak Kukoç'u çok iyi tanıyan ve onu bir nevi yaratanlardan eski koçu Boja (Bozidar Maljkovic) Limoges'un başındaydı. Onun sürprizleri vardı. Bilmem kaç yıl sonra Asvel formasıyla Abdi İpekçi camlarında bileğini tuz buz edecek olan Jim Bilba, o dönemin özel skoreri Michael Young, savaşçı Willy Redden, efsane son Yugoslavya milli takımının parçalarından Jure Zdovc, kilit fransız guard Frederic Forte ve her şeyin ötesinde büyük lider Richard Dacoury... Fransa Ligi'ni o dönem Limoges domine ediyordu, müzede bir kaç Koraç ve Kupa Galipleri de vardı belki ama Final Four'da bu denli etkili olabilecekleri beklenmiyordu.

Velhasıl, finalde Benetton'u yenip tarihin en büyük şok dalgalarından birini yaratıyorlardı. Gencecik tığ gibi delikanlı Kukoç'un Jugoplastika'sının 5-6 yıl önce yarattığı dalgayı bu sefer Fransa'nın küçük seramik kentinin takımı Limoges'un Fransız versiyonu izliyordu. Özellikle genç Forte'nin Kukoç'un topunu çaldığı pozisyon akıllara kazınmıştı. Sonrasında Limoges yine Fransa'da etkili olmaya devam etti fakat tüm dünyada değişen ekonomik düzenin spora sirayetinden en çok etkilenen fertlerinden biri oldular. Kötü yönetim onların lig birliği tarafından 2004'de ligden düşürülmesine neden oldu. Aynı David Rivers'ın Antibes'ine olduğu gibi.

Bu kadar girizgahın, Limoges'dan bu kadar bahsetmemizin sebebi ise, yıllar sonra unutulmaz takımın Pro A'ya geri dönme ihtimalinin ufukta belirmesi. Pro B'de sistemine göre normal sezonun lideri ve play-off şampiyonu Pro A'ya yükseliyor. Ligi beşinci bitiren Limoges play-off'larda müthiş bir seri tutturarak finale yükselmeyi başardı. Tek maç olarak oynanan Bercy finalindeki rakibi ise diğer yarı final eşleşmesi olan Bourg-Poitiers serisinden gelecek takım olacak. Yenerlerse eski çınar köklerini alıştığı yere salmaya yeniden başlayacak. 9 lig şampiyonluğu, 6 Fransa Kupası, 3 Koraç Kupası, 2 Saporta ve 1 Euroleague şampiyonluğu çınarın dallarında sallanıyor zaten.

Tek tutkusu basketbol olan bu şirin Ortabatı kentinin ölü toprağı serpilmiş Fransa ligine yeniden hareket getireceği umudunu taşıyorum. Şimdilerde başkanlığını Frederic Forte'nin yaptığı kulubün en azından o keyifli anıları şekil 1 A 'da görüldüğü üzere canlandırması yeterli olacaktır. Lakin yine de işin hüzünlü bir yanı var. O da ezeli rakipleri Pau Orthez'in onların geldiği yere düşmesi. Bu da başka bir postun konusu zati.

(Resim açıklaması: Limoges'un Kupa 1'i kazanmasının ardından L'Equipe nüshası. "Zafer Günü" manşetinin altına doğru iki alt başlıktan ilki "Mutluluk Sarhoşu", ikincisi ise Boja'yı kastederek "Bravo Sihirbaz" olarak yazılmış...)

10 Haziran 2009

italiano drazen petrovic


Mete Aktaş’ın Drazen Petrovic'in 16. olum yıl dönümü ile ilgili yazısından sonra eski patronum Jim Lampariello'ya bir mail attım. Kendisi 18 yil Nets'te çalışmış ve en son executive VP'lık yapmış birisidir. Ofisinde çerçevede Drazen Petrovic'in imzalı forması olduğundan konusu açışmış ve bana onunla ilgili birçok hikaye anlatmıştı. Gecen gün attığım mailde de bana daha önce anlatmadığı bir hikayeyi yazmasini rica ettim, sağolsun o da beni kırmadı:

“Drazen Petroviç’in oynadığı yıllarda New Jersey Nets’in sahibi yedi ortaklı bir gruptu. Bu ortaklar Drazen’in sahadaki ruhu ve çalışkanlığını çok beğeniyorlardı. Bir gün maç sonrasında sahiplerden iki tanesi sezon hakkında sohbet edip rahatlamak için Drazen’i yemeğe davet ettiler. Restoranı da Drazen’in seçmesini istediler. Petroviç New York’ta güzel İtalyan isimli bir restoranı seçti.

Yemek o kadar iyiydi ki, hepimiz şaşırmıştık. New Jersey’de oynayan Hırvat Drazen’in burayı nasıl keşfettiğini merak ettik. Ortaklar sonunda Drazen’e bu restoranı nasıl bildiğini sordular. O da uzun uzun yanıtladı...

'En iyi İtalyan restoranları İtalyanlar tarafından değil, Hırvatlar tarafından işletilir. Hırvatlar yemek pişirmeyi iyi bilirler.'


'...ha bir de, buranın sahipleri Hırvatistan’dan arkadaşlarım!'”

reebok yeme, dokanma dövmeme




Marcin "The Polish Hammer" Gortat'nın sağ alt baldırındaki Jordan Jumpman logosu dövmesi, Polonyalı pivotla sponsorluk anlaşması bulunan Reebok'a "batmış". Reebok yetkilileri Gortat'dan uzun çorap giyerek veya kozmetik kapatıcılar kullanarak Jordan dövmesini maçlar esnasında gizlemesini istemiş. Denyoluk ölçeğine göre Reebok'a 10 üzerinden 10 puan veriyoruz. Ulen adamın dövmesi olduğunu şimdi mi farkettiniz dududiller? Zaten Gortat da vermiş ağızlarının payını. "Reebok bana Jordan dövmemi gizletecek kadar çok para ödemiyor. O dövme 4-5 senedir orada, yeni mi farkına vardılar?”

Michel Jordan'ın yerinde olsam bu duruşu üzerine Gortat'nın alnından öper "nnnevladımmm" derim.

Ha bu arada dövmeyi yakından inceleyince dövmedeki Jordan mı değil mi onu da tam kestiremedim. Bira göbekli tıknaz bacaklı Jordan silüetiyle dövme yapan elemanı bizzat tebrik etmek isterim doğrusu.

james harden


NBA Draft'ı yaklaşana kadar sepettopu'nda önemli yıldız adaylarını tanıtmaya çalışacağız. Bugünün ilk konuğu Arizona State Üniversitesi'nin ikinci sınıf öğrencisi James Harden.

James Harden denince aklınıza eski toprak kanat oyuncuları gelebilir. Oyun tarzı Brandon Roy, Paul Pierce, Hidayet Türkoğlu ve Joe Johnson’u anımsatıyor. Harden’ı da -tıpkı saydığımız diğer oyuncular gibi- sıradan basketbolculardan ayıran bir özellik var, yüksek bir basketbol zekâsına sahip olması. Harden oyun içinde hep sükunetini koruyor, hiçbir zaman acele etmiyor ve her hücumda doğru kararı veriyor.

James Harden topu domine etmeden skorer olabilme konusunda bir kitap bile yazabilir. %49 saha içi isabetiyle oynuyor ve sayı ortalaması da 20’nin biraz üzerinde. Her şekilde sayı üretebiliyor. Bire birde adam geçme yeteneği olan, isolation sonucu rahatlıkla sayı bulabilen, ikili oyunlarda ne yapacağını iyi bilen ve hücumda genellikle doğru kararı veren zeki bir oyuncu. Belki NBA seviyesinde patlayıcılığı yok ve ligde onun pozisyonunda oynayan birçok oyuncuya göre daha ağır, ancak bu çocuk top oynamasını biliyor.

1.96 boyu ve iri fiziğinin yanında 2.10’luk kulaç uzunluğu onu fiziksel olarak değerli bir parça yapıyor. James Harden, fiziği sayesinde savunmadaki atletizm eksikliğini kapatabiliyor. Fiziğinden bu kadar bahsetmişken, Harden’ın solak olduğunu söyleyelim. Bazıları bu yüzden Harden’ı savunmanun daha kolay olacağını sansa da, o maç başlar başlamaz rakip savunmanın neyi bilip neyi bilmediğinin farkında oluyor.

Her ne kadar benzetilse de, Harden’ın Brandon Roy gibi anında katkı vermesi pek kolay değil. Unutulmamalı ki Roy, dört yıllık saygın bir kolej kariyerinin ardından lige adım atmıştı. Harden ise 26 Ağustos 1989 doğumlu, yani 19 yaşında. İki-üç yıl içinde ligin en değerli oyuncularından biri olacağı aşikâr.

orlando 108-104 lakers


Rakibin en büyük ve pota altından üretim yapan tek silahının sadece 6 şut kullandığı bir günde, dış oyuncuların eline bakan bir duruma indirgenmiş rakibinizi %63'le hücum ettiriyorsanız savunma planınızda bir yanlış var demektir.. Bu ilk 2 maçta alttan geliyorum diyen bir hadiseydi.. Orlando'daki ilk maçta patladı.. Özellikle 4. çeyreğin başında Orlandolu topçuların üst üste buldukları birkaç balık basket şansın bugün yanlarında olduğunu düşündürebilir.. Buna kısmen katılmak da mümkündür.. Ama pota altı top kullanma yönünden bu kadar pasifken böyle bir yüzde varsa Lakers'ın savunma stilini gözden geçirmesi gerekiyor..

İlk yarı sona erdiğinde Orlando Magic'in saha içi isabet oranı %76'ydı.. Lakers ilk yarıda rakibinden toplam 9 şut fazla kullanmış, süper yıldızı da mükemmel bir çeyrek, gayet iyi bir devre geçirmişti.. Böyle bir ortamda Lakers'ın önde olmasını beklersiniz ama Orlando devreye 5 sayı üstün girdi.. Rakibin hücum silahına odaklanma, onu temel alan savunma sistemleri içine girme hep tartışılan bir konudur NBA'de.. Kobe Bryant, LeBron James gibi adamlara odaklanmak gerekli midir? Bu adamları durdurursanız, geri kalanı kısmen vasat olan takımları mağlup edebilir misiniz? Yoksa çevresindekilerin musluğunu kesip "Kobe tek başına ne yaparsa yapsın, diğerlerinden boş yemeyelim bu yeter." mi doğru olan mantıktır? Bunun net ve kesin bir cevabı yok.. Orlando, Cleveland serisinde LeBron'a odaklı başladı.. Diğerleri çatır çutur atınca daha ilk maçta işi değiştirdiler ve çevredekileri durdurarak konferans finallerine çıktılar belki de.. Ama bu Kobe'yi tamamen pasifize ederek Lakers'i eleyemeyeceğiniz anlamına gelmiyor.. Buradan Dwight Howard'a geleceğim tabii ki.. Lakers ve Phil Jackson'un Dwight'ı fazla merkeze aldıklarını düşünüyorum.. İlk maçta özellikle müthiş durdurdular diğer oyunculara boş şut imkanı vermelerine rağmen ama ikinci maç Rashard Lewis üzerinden çok net bir sinyaldi.. Almadı Lakers.. Bugün yine cezalandırıldılar.. 3 sayı yönünden çok iyi bir gece geçirmese de Orlando, anormal boş şut imkanı buldular.. Özellikle Rashard Lewis'in rakibin en etkili şutörü olarak bu kadar boş bırakılmasını, tabir-i caizse riske edilir gibi oynanmasını ben fazla anlamıyorum..

Dwight Howard 5 yıldır bu ligde oynuyor.. 5 yılda gereken hücum gelişimini sağlayamamış, özellikle son 1-2 yılında vasatın üstüne çıkan bir post up oyunu olmaması yönünden eleştirilmiş, bu yokken belirli bir orta mesafe şutu da yapamaması üzerinden vurulmuş, sayılarının çoğunu potaya dönük tamamlamalar ve hücum reboları üzerinden bulan müthiş bir atlet.. Bu sene belki de uzun zamandan beri ilk defa Cleveland karşısında ShaQ'lık yaptı ama sadece bir maç.. Korkutmalı mı? Evet.. Çok temele konmalı mı peki bu nedenle? Bence hayır.. D12 hala o olgunluğa kavuşabilmiş değil ve ben tek başına Lakers'ı final serisinde sürklase edebileceğini düşünmüyorum bu adamın.. Lakers'ın Orlando'da kalan iki maçta Dwight'ı biraz daha onu tutan oyuncularla başbaşa bırakıp, fazla faul almadan ve içeri bu kadar gömülmeden oynamayı denemesi gerekiyor bana kalırsa.. İlk 3 maç boyunca Orlando hücumu ve Lakers savunması bağlamında yapacağım ilk tespit budur benim.. Şutu en istikrarsız olan Rafer Alston dahil, hiçbir oyuncuyu riske etmeden Dwight'ın neler yapabileceğini test etmek gerekiyor.. Belki patlayabilir bu düşünce, belki tek çeyrek sonunda olmaz, tekrar dönülür bu yardımlı bir şekilde önden alındığı savunma planına.. Ama belirli bir süre denemek gerekiyor..


Kobe müthiş başladı, anormal soğudu sonra.. Nedenini anlayamadım fazla.. Kenarda çok oturdu desem değil.. Courtney Lee ilk defa bu kadar iyi iş çıkardı Kobe savunmasında, onun hakkını vermek gerekiyor fakat.. Gasol hücumda iyi, ribauntlarda çok pasifti.. D12 tarafından resmen ezildi fiziksel yönden.. İlk 2 maçtaki anormal eforu ve hücumda başarısıdan dolayı görmezden geliyoruz tabii.. Sezon boyunca saçmalayan ve batıran Fisher'a final serisinde bir şey olmuş gibi.. Hayretle izliyorum.. Keza Trevor Ali Rıza'ya bayılıyoruz.. Kötü atması önemli değildi bugün, karakteri yetti.. Orlando'da tam 5 oyuncu 18+ attı ve hepsi de %60'ın üstünde yaptı bu 18+'yı.. Böyle bir takıma karşı maçı son anlara götürmek bile büyük başarıdır bence.. Los Angeles Lakers tarafından işin optimist yönden bakılacak tek tarafı da, rakip böyle abuk bir hücum performansı gösterirken maçı son dakikaya kadar tutabilmek olmalıdır.. "Böyle atarken bile koparamıyoruz maçı." düşüncesini Orlando oyuncularının akıllarına düşürmeleri böyle bir kayıptan çıkan önemli bir psikolojik üstünlük olarak sahaya yansıyabilir diğer maçlarda..

unuttum!



Bunu ayrıca yazmak istedim. Maç sonu basın toplantısında, Bogdan Tanjeviç'e harfi harfine şöyle bir soru soruldu:

"Hocam, maçın son bölümünde Bootsy Thornton, Sinan Güler ve Preston Shumpert çok iyi oynuyordu. Takımınız bir çözüm üretmekte zorlandı. O sırada Ömer Onan'ı kenarda biraz fazla oturtmuş olabilir misiniz?"

Hocanın cevabı biraz ilginçti. Dürüstlüğüne ve sorumluluğu üstleniş şekline inanamadım, açıkçası daha önce bazı gazetecileri terslediğini de göz önünde bulundurup, soruyu sorarken çekincelerim vardı. Ancak gerçekliğin de ötesinde bir yanıt için ağzından şöyle kelimeler süzüldü üstadın:

"Evet, Ömer'i kenarda biraz fazla tutmuş olabilirim. Bu maçı kötü yönettim. Öne geçtikten sonra Ömer'i kenarda unuttum ve momentum onlara geçti."

Tabii ki bu bir seri, yapılan hataların ve mağlubiyetin telafisi var. Önemli bir oyuncunu inandığın bazı şeyler yüzünden kenarda oturtmayı anlayabilirim, ancak unutmak mı? Mevzubahis şampiyonluk, en iyilerin en iyi oyunlarını sergilediği yer burası.

Unutmak biraz fazla basit kaçmıyor mu?

yenilgiyi reddetmek


Kazanmak için ortaya bir tavır koymanız gerekiyor. Fenerbahçe’de Solomon, Mirsad, Ömer Onan, Mrsiç gibi dört tane winner oyuncu varken, Efes’in işi çok zor. Sonuçta bu takımların kâğıt üzerindeki oyuncu kalitesi birbirine çok yakın. Ortaya karakterini koyan farkı yaratıyor ve maçı alıyor.

Final serisi boyunca bugün Efes’te ilk kez Preston Shumpert’tan başka birileri de reddetti mağlubiyeti. Hayır, yaptığı boş bir smaç sonrası dekordan zıplayıp Rasim’le tartışan Mario Kasun değil tabii ki. Son çeyrekte ayağa kalkan ve “ben bu maçı kaybetmeyeceğim arkadaş” diyen iki kişi vardı Efes’te. Bunlardan birincisi Sinan Güler’di. Solomon’un karşısında en az onun kadar enerjik, onun kadar hırslı ve ondan daha konsantre bir adam olarak çıktı karşısına. Sinan’ın bugün yazdığı hikâye, istikrarın, çok çalışmanın ve bir spesyalist olmanın ödülü olarak tüm basketbolcu adaylarına izletilmeli. Solomon’dan topu çalıp bastığı smaç, tıpkı Hido’nun Kobe’ye yaptığı blok gibi bir simgeydi. Karma!

Maçı kaybetmeyi reddeden ikinci isme geçmeden önce mühim bir not iletmek lazım. Efes Pilsen’in 2-3 numaralı oyuncularının bire birde iyi değil ve bu yüzden hücum tıkandığında – kadro yapısı gereği– Ender yegâne yaratıcı oyuncu rolünü üstlenmek zorunda kalıyor. Takım içi dengeler yüzünden üslendiği bu görevin zaman zaman altında kalması da kanımca Ender’in suçu değil.

Diğer isim maçı izleyen herkesin de tahmin edebileceği gibi Bootsy Thornton. Yalnız Bootsy’nin gösterdiği performans üst paragrafta belirtilen nottaki açığı kapatmadı. Thornton, yaptığı müthiş savunma sayesinde oyunda kaldı ve hücumda elini taşın altına soktu. Sinan ve Thornton’ın oyuna girmesi savunmayı toparladı. Burada bahsedilen savunma bire bir müdafaa değil. Sinan-Bootsy ikisinin mücadele ve azmi, ilk çeyrekte 10 hücum ribaundu alan Fenerbahçe’nin ribaundlardaki ezici üstünlüğünü Efes lehine çevirdi ve maç geldi.

Bundan sonra da seride işler pek değişmeyecektir. Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker birbirlerine çok yakın takımlar. Diğer maçlarda kim kazanmak yönündeki tavrını rakibine daha fazla kabul ettirirse, o kazanacak.

9 Haziran 2009

ve efes!


Öyle bir seri izliyoruz ki, ilk iki maçı kazanan takım değişse kimse bu durumu yadırgamazdı. Üçüncü maçın kaderi de hemen hemen aynı oldu. Fakat önceki maçlarda hataların merkezinde koçlar varken, bu sefer maçın kaderini ağırlıklı olarak oyuncular belirledi. Her ne kadar Ergin Ataman 5 kısa rotasyonu ile maçı uzatmaya götürmek için verdiği çabanın karşılığını aldıysa da, Solomon maçı kazanmak adına ortaya koyduğu üstün eforun(!) karşılığını alamadı.

Aslında ilk 3 periyot diğer iki maçın yanında bir hayli sönük kalsa da, son periyot beni basketbola doyurmaya yetti ve arttı. Spor hatalar oyunu ve bu sefer hatayı daha çok yapan Fenerbahçe olunca arkadan gelen Efes Pilsen özellikle Thornton ve Sinan'ın çabaları ile maçı kazanma noktasına gelmeyi başardı. Fakat Ergin Ataman göz göre kısasız bir rotasyonla maçı uzatmayı adeta istedi. Uzatma bölümünde de Efes Pilsen iyi oyununu sürdürerek hakettiği galibiyeti, aslında ilk 3 periyotta oynadığı oyun sonrasında büyük ihtimalle ummadığı bir şekilde almış oldu.

Maçla alakalı dikkatimi çeken bazı detayları burada paylaşmak gerekirse;

- Final serisinin Abdi İpekçi'de izlediğimiz ilk maçında ne Fenerbahçe, ne de taraftarı geçtiğimiz yıllardaki coşkudan bir hayli uzaktı. Eğer bu coşku noksanlığı sürerse sonraki maçta bir hayli zor olacak gibi görünüyor.

- Efes Pilsen koçu Ergin Ataman müzmin hatalarını yine devam ettirdi. Adeta takımı ona rağmen maçı almayı bildi. Fakat bu maçtaki en doğru hareketi son periyot ve uzatmalarda serinin kayıp ismi Charles Smith'i kenarda oturtmasıydı. Sanırım o oturunca takıma daha faydalı oluyor gibi!

- Efes Pilsen oyuncuları bu seri de önceki yıllara nazaran daha canlı ve istekli gözüküyorlar. Hatta geçtiğimiz yıllarda sadece maçı izleyen bench özellikle son periyotta alışık olmadığımız şekilde canlıydı. Kısaca bench coşkusu sahaya da sirayet eder derler!

- Marquees Green son iki maçta kredisini bir hayli tüketti. Bir önceki maçta olduğu gibi son periyotta çok kritik hatalara sebebiyet verdi. Sanırım bundan sonraki maçlarda kritik anlarda özellikle yer bulamayacaktır. Mrsic'in yaşına göre fazla oyunu da bunu gerektirir zaten.

- Ömer'in geçen maç olduğu gibi son periyot unutulması dikkatlerden kaçmadı. Milli takımlarda Kerem Gönlüm'ü 3 numara oynatan, simdi ise 3 oyun kurucuyu aynı anda oynatan, enteresan fikirlerin insanı Tanjevic'in vardır bir bildiği diyelim!

- Solomon hakkında birşey demeye gerek yok. Maçı kaybeden olduğu konusunda herkes hem fikirdir. Fakat sağı solu belli olmayan "King Solomon" bir maç sonra maçı tek başına alırsa kimse şaşırmaz!

- Tribünlerin kralı Solomon olsa da bu serinin kralı Mirsad! Her ne kadar biraz da yorgunluğun sonucu olarak uzatma da sahada yokları oynasa da öyle bir dört periyot çıkardı ki anlatılmaz yaşanır.

- Thornton ve Sinan ileride bu maçı evlatlarına gururla izletecektir. Ama ne yazık ki Efes Pilsen çarkı içinde Sinan Güler'in kaderi çoğu zaman olduğu gibi kenarda unutulmak olacaktır. Thornton ise ona
biçilen rolün adamı olmaya devam edecektir.

Bundan sonra ne olur sorusunun cevabını açıkçası bende bilmiyorum. Efes Pilsen'in bir sonraki maçta da çok geriye düşmeden Fenerbahçe'yi son periyoda kadar takip edeceğini düşünüyorum. Bu maç gibi bir son periyot daha oynarlarsa ve Ergin Ataman hata yapmak yerine üstüne düşen vazifeyi layığıyla yaparsa seri daha enteresan bir hal alabilir.

pivot santrafor

Nikola Prkačin, bu ülke topraklarında gördüğümüz en iyi pivotlardan birisiydi şüphesiz. Yıllarca Nedim Dal, Fatih Solak ve Asım Pars'ı basketbolcu; Zaza "Tatu" Enden, Zeki Gülay'ı adam etmeye çalışan basketbolumuzun ne kadar içler acısı halde olduğunu, O'nu her izlediğimde tekrar tekrar görme fırsatı yakaladım. 15 Kasım 1975 Dubrovnik-Hırvatistan'da doğan Prka, Balkanlar'da ki diğer bir çok genç gibi şehrinin takımında 14-15 yaşlarında basketbola başladıktan sonra 9 sezon süren Split ve Cibona kariyerlerinin arasında İstanbul'a kadar gelip 2 hafta kaldıktan sonra klasik aile bahanesiyle geri döndüğü Beşiktaş macerasıda hep aklıma gelmiştir.

Kaspars Kambala sonrası dönemde pota altına sert, bitirici ve çok yönlü bir oyuncu arayan Efes Pilsen için eldeki alternatifler arasında en uygun isimlerden biri Nikola Prkačin'di. Kariyerinin ilk yıllarında orta mesafe şutu ve o zamanlar her aldığı topu smaç yapabilecek ama uzun süredir pek görmediğimiz atletizminin de sebebiyle 4 numara oynadıktan sonra özellikle Cibona'daki son 2 sezonundan itibaren iyice güçlenen fiziği ve her geçen gün daha etkili olmaya başlayan post-up oyunu sayesinde Euroleague seviyesinde adından söz ettiren pivotlardan biri olmayı başarmıştı. Ama bana göre kariyerindeki asıl kırılma noktalarından biri, Prka'dan beklenilenin sertlik ve bitiricilik olduğu dönemde takımı pota altından yöneten pivot santrafor! kıvamındaki oyunu ile Avrupa'da birebirde durdurulması en zor oyunculardan biri haline gelişiydi. Özellikle sağ base-line civarında rakibiyle teketek kaldığı hemen her pozisyonda ya basit bir sol sky-hook hareketiyle basit bir sayıyı atmadan ya da kendisine gelen double-team'e cevap olarak köşedeki şutöre alda at dercesine verdiği pastan hemen önce "rakip için artık çok geç" yorumlarını sıklıkla yapmamızı sağlardı.
Kariyerinin son döneminde Moskova ve Atina semalarında da kısa yürüyüşler yaptıktan sonra özlediği memleket havasını solumak için kapağı ilk göz ağrılarından biri olan Cibona'ya attı. Söylentilere göre de bu yıl Polonya'da yapılacak Avrupa Basketbol Şampiyonası'ndan sonra kariyerini noktalayacakmış Prka. Hani İlkokul kitaplarında okutulması gereken konular derlerya, Prka'nın fundamentali de tüm market ve mağazalarda satılıp genç-yaşlı demeden herkese izlettirilmelidir.

hido'dan müthiş espri!



...Before Game 2, Turkoglu joked with the reserve point guard Tyronn Lue and removed the tape from his ankles and placed it on Lee.

A reporter asked him for two seconds of his time. “One, two,” Turkoglu said with a smile.


Bu arada aynı yazıdan Hido'nun maç öncesi ritüelinin pizza yemek olduğunu da öğrendik...

When asked about Turkoglu, Anthony Johnson, Orlando’s veteran point guard, began his response with a lengthy laugh.

“He’s the only player that’s in the N.B.A. finals who is so out of shape,” Johnson said. “For the minutes that he plays, that’s almost impossible, but somehow he manages to find a way. Eating pizza before the game, every game, that’s unheard of.”


Kaynak: New York Times
http://www.nytimes.com/2009/06/09/sports/basketball/09nba.html?_r=2

8 Haziran 2009

über draft!



John Hollinger ismini bilirsiniz. Basketbol istatistiklerine bir standart getirmek için kendi yöntemlerini uygulayan, oyuncu ve takım verimliliklerini kendi yöntemleriyle adil bir şekilde hazırlamaya çalışan bir istatistikçi. Şahsen Hollinger’ın istatistiklerle çok uğraştığı için oyunun kendisinden zaman zaman çok uzaklaştığını düşünsem de, yöntemlerinin tamamen işe yaramadığını söylemenin de saygısızlık olacağını düşünüyorum. Hollinger’ın yöntemleri, bazı şeyleri görme konusunda yardımcı oluyor, bu bir gerçek.

John Hollinger’ın son çalışması draft üzerine. Son 20 yılın tüm draft’larını gözden geçiren JH, her sıra seçimleri üzerinden yaptığı değerlendirmede en iyi, en kötü ve ortalama draft’ı yapmış. Yani her sıradaki seçimler içinde en iyi, en kötü ve ortalamayı bulmuş. Tek istisna, Gilbert Arenas’ı ilk turun son sırasına dahil etmesi. İtirazı olan yoktur herhalde...

Buna göre en iyi-en kötü ve ortalama draft şöyle oluşuyor (foto tıklayınca büyüyor):

kobe hunt!





Fotolar: AP

skip attı!

Jameer Nelson 2004 yılında draft edildiğinde onunla ilgili en çok merak edilen konu, kendisiyle aynı draftta seçilen ligin yeni süperstar adaylarından Dwight Howard'ın saha içinde ne kadar tamamlayıcısı olacağıydı... Nelson çaylak senesinde beklentilerin altında kalsa da 2. sezonunda yükselen formu ve güçlü fiziğiyle dikkatleri üzerine çekmeye başladı. Sonraki 2 sezon özellikle istikrarsız şutu sebebiyle büyük eleştiriler alsa da, bu sezon başından sakatlanıncaya kadarki bölümde takımın 2. skor opsiyonu olma konusunda ciddi aşama kaydetmiş ve hatta bu durum takımında başarısı göz önünde bulundurularak onun All-Star seçilmesinde büyük pay sahibi olmuştu.

Jameer'in sakatlığı sonrası Orlando cephesi onun boşluğunu doldurabilmek için gerekli hamleyi yapıp, "T-Mac varsa 1. turu geçemeyiz" fikrini iyice benimseyen ve bu yüzden kendine kaçış planı arayan Rafer Alston'a imzayı attırdılar. Rafer'ın yapması gereken basitti. Superman'e doğru yerde pası ver, boş şutları kaçırma. Fakat belki de doğası gereği arka plandaki adam olmayı kabul edemediğinden, parke üzerinde de hep fazlasını yapmaya çalıştı ama bunların çoğunu eline yüzüne bulaştırdı.

Küçüklüğümüzde, kapının önünde "Alman Kale" oynarken yemeği hazırlayan annemiz ısrarla camdan bizi çağırırdı. Ya da babamız elinde 1 kiloluk sütaş yoğurdu ve ekmekle birlikte işten eve dönerken, çoğu Türk gencinin şehir efsanesi haline dönüşen "ben amatör kümede oynarken" cümlelerinin aslında mahallenin toprak sahasında danalar gibi top peşinde koşturmak olduğu o dönemlerde bizi kolumuzdan çekerek başlamadan biten futbolculuk kariyerimize nokta koyuşunu ve sokaktan zorla eve tepip banyoya sokuşunu çoğumuz yaşamışızdır sanırım.
Rafer "Skip 2 My Lou" Alston'a sokaktan "salona" girmesini kim tembihledi bilmiyorum ama keşke hep sokağın kralı olarak kalsaydın be abicim...

kralsız geçen 16 yıl


7 Haziran Pazar Eski Kıta'nın gördüğü gelmiş geçmiş en büyük basketbolculardan birinin, Drazen Petrovic'in Almanya'da geçirdiği bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybetmesinin 16. yıldönümüydü. Bir kez daha bu büyük efsane önünde saygıyla eğiliyoruz...

Андрей является по профессии !* (*andrei tatilde)


Geçenlerde Tony-Eva Parker çiftinin St.Tropez'de geçirdikleri tatillerinden bir kare koymuştum bloga. Bugün de Andrei Kirilenko'nun Bahamalar'daki tatilinden bir enstantane ile magazin haberciliğine devam ediyorum :) Yanlız kare çok ilginç. Etrafta ne eşi Masha ne de bir başka kadın var. Kirilenko'nu yanındaki tek dişi ise yüzmeyi ve jet-skiye binmeyi çok sevdiğini tahmin ettiğim bir domuz. Kirilenko-Jet Ski-Domuz...ilginç bir üçlü.

2-0


Şu maçta bir tarafım ben ve o taraf bilindiği gibi Orlando Magic değil.. Hidayet'i zerre umursamadığımı daha önce söyledim fakat bu geceki mücadelesinden sonra insan garip hissedebiliyor yine.. Seri 2-0'a geldi, şampiyonluk kolaylandı.. Orlando'daki 3 maçtan çıkacak 1 galibiyet işi garantiye götürür.. 3 maç kaybedilse bile Lakers büyük bir şansı elinde tutmaya devam edecek.. O açıdan çok değerli bu galibiyet..

Orlando Magic'in ilk maçtan sonra farklı şeyler deneyeceğini biliyorduk.. Jameer Nelson'un süreleri biraz kısıldı, ilk maçta hiç oynamaması nedeniyle eleştirilen J.J. Redick'e rotasyonda önemli bir bölüm açıldı.. Dwight-Gortat-Battie üçlüsünden 2 oyuncu zaman zaman beraber yer aldı sahada.. Çift uzun dışında Orlando aslında fazla çıkmadı oyununun dışına.. Yine ilk hedef Dwight'a top geçirmek ve dışarı çıkan toplarda ekstra paslarla boş oyuncuyu bulup cezayı kesmek oldu.. İlk yarıda iki takımın da gösterdiği berbat hücum performansından sonra özellikle ikinci yarı iyi de yaptılar bunu.. İlk maçta bazı boşları sokamamıştı Orlando, bu maçta soktular.. Dwight'a çok doğru gömülerek yine iyi iş yaptı Lakers savunması ama Hedo ve Lewis sokmaya başladıktan sonra, özellikle Lewis'i çok gereksiz riske ettiler.. Orlando'dan maksimumu bu şutlarıyla alan Lewis 5 tane üçlüğünü bomboş atıp 34 sayıyı yolluyorsa finalde, işin o kısmında yanlış yapmış demektir Lakers..

Jameer Nelson eğer düzeldiyse imdat çıkışı olarak mutlaka yer almalı bench'te ama rotasyonun ana parçası olmasını çok anlamıyorum ben.. Rafer Alston'un ekstra kötü oyununda Jameer etkisi de var ve bu Orlando'yu da etkiliyor.. En basitinden Alston-Johnson'lı guard rotasyonunda sadece Alston topla oynamayı seven 1 numara olarak Orlando'nun oyununda Hedo üzerinden daha çok esneklik sağlanabiliyordu.. Anthony Johnson'un 10-15 dakikalık oyunda topa hükmetmeden işler yapması daha farklıydı Orlando için.. Rafer-Jameer'den oluşan 1 rotasyonunda mutlaka topla oynamayı seven bir PG'yle yer alıyor sahada Orlando..

Lakers'ta Kobe'nin bu kadar geri planda görünerek yaptığı 29-8-4 istatistiği en az 40-8-8 kadar değerliydi.. Yine çok olgun oynadı Kobetullah.. 7 top kaybı 8 asistin değerini düşürüyor ama karşı tarafta Dwight ve Hedo'nun kayıpları biraz olsun nötrledi.. Hakemlerin sonda yanlış çaldığı düdük dışında da kritik yerde değildi top kayıpları, o açıdan sevindirici.. Pau Gasol çok yürekli oynuyor bu play-off'larda.. Geçen sene Boston karşısında Ayşegül'e çıkardığımız adını tekrar Ahmet'e çevirmeyi başardı.. Erkek gibi duruyor Dwight'ın arkasında ki çok ters eşleşme kendisi için.. Drew'ün aldığı anlamsız faullerden sonra bugün biraz daha fazla içli dışlı oldu Dwight'la.. Çok beğendim ama ben.. Drew'e acil beyin nakli öneriyorum.. Off-season'un en önemli hamlelerinden biri olur Lakers için.. Yine Derek Fisher zannedersem play-off'un en karakterli topunu oynadı bu gece.. Bir molada takıma yaptığı konuşma da üstüne eklenince bu sene defalarca dalgaya aldığımız "Ayarcı 0.4" için tek maçla birlikte pozitif şeyler oluştu.. Kobe Hedo tarafından bloklandığı pozisyonda köşede bomboş kalan kendisini görse iyice efsaneleşebilirdi bu Fisher.. Kısmet tabii..

Hedo'nun LeBron karşısındaki hareketlerinden sonra Kobe'ye meydan okuması da müthişti.. Geldiği nokta hakikaten inanılmaz.. Yaptığı blok elbette ki değerli, ama tek pozisyon.. Eğer kazanılsa istatistik olarak da önemli olacaktı.. Ama mesela uzatmalarda 2-3 pozisyonda Kobe'ye yaptığı çok iyi savunma daha etkileyiciydi bence.. Bloktan sonra kızan Kobe'yi iki pozisyon dışında durdurmaya devam etti.. O 2 pozisyon belki maçı bitirdi ama 24'e karşı daha fazlasını yapamazsınız.. Müthiş bir karakterdi sahada gösterdiği.. Maçtan sonra Kobe'nin açıklamaları ve Jack Nicholson'un koluna girmiş görüntüleri net bir şekilde ortaya koyuyor zaten oyununu.. Şu anda açık ara en başarılı Türk sporcudur Hedo.. Onu da geçiyorum, NBA'in en iyi 15-20 oyuncusundan biridir.. Rüya gibi ama gerçek..

Son olarak hakemlere geleyim.. 2-3 pozisyon üzerinden Lakers'a vuruluyor, maç içinde daha önce eleştirdiğim Murat Kosova'nın inanamadığım sağduyusuna rağmen.. Önce Dwight'ın Kobe'ye yaptığı blokta Pietrus'un yaptığı net bir fauldur Kobe'ye.. Fotoğrafı şuradadır.. Kollarını Kobe'nin üzerine doğru indirip Kobe'nin sol koluna çok net temas yapmıştır.. Kaan Kural ben bir şey göremedim derken Kosova'nın sanki bir temas var deyişi çok duygulandırdı beni.. Tebrik ediyorum Murat Kosova'yı.. İkincisi Hedo'nun Ariza'ya yaptığı hareket net bir hücum fauldur.. Buna çalınacaksa her maç 20 tane hücum faul çıkar doğru yaklaşım değil.. Göğüse dirseği çakıp oyuncu yere yıkılıyorsa (ki kimse Ariza'nın kendisini yere attığını iddia edemez) çalarlar düdüğü.. O dirseği adamın etrafında dönerken çengel yapmayı bile affetmiyorsa hakemler, göğüse vurunca hiç affetmezler.. Kusura bakmasın kimse.. Hakemler ilk 2 maçta çift taraflı saçmalamalar içine bütün play-off'larda olduğu gibi girseler de, denge anlamında oldukça iyi gidiyorlar.. Bunu bozmasınlar yeter, zira bu kadar kötü hakemlerin iyi maç yönetmesini ben artık beklemiyorum.. NBA'de görev yapan hakemlerin yarısını sokakta 4'e 4 tek pota yaparken düdük çalsınlar diye almam ben.. Öyle bir rezalete doğru gidiyor burada düdükler.. Bu da başka bir yazının konusu olsun zaten..