12 Eylül 2009

Jordan'ın gözyaşları




Not: Aşağıdaki yazı aslında yarın Gazete Habertürk'te çıkacaktı ama Milli
maçtan ötürü kesik yedi :)


Jordan Şöhretler Müzesi’nde

11 Eylül akşamı 5 efsane basketbol adamı düzenlenen törenle Şöhretler
Müzesi’ne dahil edildi. Geceye damgasını vuran isimse yaptığı ilginç
konuşma ile Michael Jordan oldu


11 Eylül akşamı Springfield/Massachusetts’deki Symphony Hall Salonu
çok özel bir törene sahne oldu. Kariyerleri boyunca olağanüstü performans
ve başarı gösteren tüm zamanların en iyi basketbolcularını, en başarılı
koçlarını, basketbol hakemlerini ve sporun diğer önemli kişilerini
bünyesinde bulunduran Naismith Basketbol Şöhretler Müzesi’nin
‘2009 sınıfına’ seçilen 5 üyesi, NBA tarihinin gelmiş geçmiş
en büyük oyuncusu olarak gösterilen Michael Jordan, San Antonio
Spurs’ün efsane pivotu David Robinson, NBA tarihinin en çok asist
yapan oyuncusu olan Utah Jazz guardı John Stockton, 21 yıldır Utah
Jazz’ın coachluğunu yürüten Jerry Sloan ve bayan basketbolunun
önemli coachlarından C.Vivien Stringer, düzenlenen törenle Şöhretler
Müzesi’ndeki yerlerini aldılar.
JORDAN’IN GÖZYAŞLARI
Tören, Şöhretler Müzesi’ne seçilen 5 değerli isim için düzenlenmişti
ama gözler tabii ki bir kişinin, Michael Jordan üzerinde odaklanmıştı.
Jordan merakla beklenen konuşmasını yapmak için salonu dolduran 2600
seçkin konuğun 73 saniye süren ayakta alkışları arasında kürsüye
geldiğinde gözleri dolmuştu. Basketbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük
oyuncusu, 23 dakika süren konuşmasına daha başlamadan gözyaşları
yanaklarından süzülmeye başlamıştı bile.
ÜSTÜ ÖRTÜLÜ ÖFKE
Efsane basketbolcunun takım arkadaşlarına, ailesine teşekkür ederek
başladığı konuşması ise ilerleyen dakikalarda adeta senelerce mücadele
ettiği rakiplerinden öç almak istediği bir intikam maçına dönüştü. Michael
Jordan bir anda geçmişi yad eden 46 yaşında takım elbiseli emekli
basketbolcu kılığından sıyrıldı ve bol şortuyla bir final maçında sahada
terör estirmeye hazırlanan o agresif oyuncu kimliğine büründü.
Lisede kendisini okul takımından kesen coachundan, Bulls yönetimine,
çaylak sezonunda katıldığı All-Star maçında kendisine pas vermediği için
senelerce husumet yaşadığı Isiah Thomas’tan, yıllarca kendisine
eleştiren medyaya kadar bir çok kişi ve kurum için söylediği iğneleyici
sözlerle, Jordan en az sahadaki oyunu kadar ‘acımasız’ olan
bir konuşma yaptı.
‘GERİ DÖNEBİLİRİM’
Zihninin köşesinde bir yerde hala daha sahaya çıkıp rekabetçi bir oyun
oynayabileceğine inanan Jordan, konuşmasını herkesi heyecanlandıran şu
sözlerle tamamladı: “ Bu geceyi benim basketbolla ilişkimin sona
erdiği bir gece olarak görmüyorum. Bir gün bakarsınız 50 yaşında beni
basketbol oynarken görebilirsiniz. Gülmeyin ve asla ‘asla’
demeyin.”

11 Eylül 2009

ilk tur


Gilberto, ilk tur maçlarını değerlendirdi...

Hepinizin bildiği üzere ilk üç maçı kazanarak bir üst gruba lider olarak gitme avantajını yakaladık. Ayrıca özellikle Polonya maçındaki fark averaj avantajını da bize getirdi. Bu gruptan üçte üç ile çıkmak beklediğim bir şeydi. Bunu tarihimizde ilk kez başarabiliyor olmamız ayrı bir konu ancak bu grupta doğal olan zaten bunu başarmamızdı. Takım da bunu gerçekleştirdi.

Esas önemli olan ve beni mutlu eden yan ise bu üç galibiyetin alınış şekliydi. Gümüş madalya aldığımız 2001’deki turnuva dahil –ki o turnuvayı Euro 2008’e ve orada aldığımız üçüncülüğe benzetirim– böyle kendinden emin, sahada ne yapacağını bilen ve onu rahatlıkla yapan bir takım görmemiştim. Özellikle Polonya maçında üçüncü çeyrekte Polonya seyircisiyle birlikte coşup farkı altı sayıya kadar indirdiğinde oyundan kopmayan ve soğukkanlı bir biçimde doğruları yapmaya devam eden bu takım alkışı sonuna kadar hakediyor. Semih dışında tüm takım formda ve görevini yerine getiriyor ama bana kalırsa bu turnuvanın en formda ismi Tanjevic. Şu ana kadar maçlara hazırlanışı ve maç içerisindeki hamleleriyle neden Avrupa’nın en önemli koçlarından birisi olduğunu kanıtladı. Özellikle önde olmamıza rağmen Bulgaristan maçının ilk çeyreğinde molalarla maça vurdu damga harikaydı. Ayrıca uyguladığı rotasyon ile de hem ileriki turda ihtiyaç duyabileceği Semih ve Barış Hersek’i turnuvaya ısındırdı, hem de Ersan ve Hidayet’in çok yıpranmasını önledi.

Umarım bu doğru oyuna devam ederiz ve İspanya maçı için şimdiden duyduğum yüksek heyecan turnuva sonuna kadar devam eder.

8 Eylül 2009

toz pembe


Litvanya galibiyeti çok önemliydi milli takım için. Efes Pilsen World Cup’ta sahada deneme tahtası gibi bir takım izlemiştik. Polonya’ya gidene kadar geçtiğimiz haftaya kadar idmanlar çok ağır gidiyordu. Hatta Hidayet ve Ömer, çıktıkları programda bu durumdan biraz yakınmışlardı.

Velhasılıkelam, bol soru işaretleriyle başlıyorduk turnuvaya. İlk maçın eksiklerle dolu da olsa Litvanya karşısında oynanması soru işaretlerini azaltmıyordu.

Neyse ki Litvanya, turnuvanın favorileri içerisinde mağlup edilmesi daha kolay bir takımdı. Oyun kurucu sıkıntısı yüzünden topa yapacağımız her baskı artı hanemize dönebilirdi. Nitekim koç Bogdan Tanjeviç de öyle başladı.

Savunmada istekli ve kararlıydık, fakat kısa sıkıntısı yaşayan Litvanya’nın uzunlarda bir o kadar iyi olduğunu unutmuşa benziyorduk. Semih Erden ve Ömer Aşık ikilisi kararlılıklarını biraz sert biçimde göstermeyi yeğleyince, erken faul problemine girdik. Hücumda ise Ersan İlyasova sürükledi takımı. O noktada Caner Eler’in favori oyuncusu Petravicius, Litvanya’nın oyun kurucuları içinde en önemli skor opsiyonu Delininkaitis ile birlikte takımı topladı.

Neyse ki ikinci çeyrekte biraz daha topu boyalı alana indirmeyi denedik. Oğuz Savaş skora katkı yapınca tutukluğu biraz olsun attık üzerimizden.

Üçüncü çeyrekte olanları hangi kelimeyle açıklamak gerekir, çok emin değilim. Sinan Güler ve Ender Arslan’ın üst üste bulduğu sayılar, maçın sonucunu bilerek banttan izleyen beni bile ayağa kaldırdı. O anda psikolojik üstünlük bize geçti.

Son bölümde Ender ve Hido serbest atışlarda müthiş bir isabet oranı yakalayınca Litvanya’nın bizi yakalaması iyice zorlaştı. Bu noktada Ömer Aşık’a faul yapmak yerine onun çemberin dibinden iki basket bulmasını seyreden Litvanya bench’ine de selamlarımızı yollamak gerekiyor tabii.




Neyse, ilk günkü galibiyet çok büyük bir terslik olmazsa çeyrek final kapısını araladı. Ancak dürüst olmak gerekirse dünkü Sırbistan ve İspanya’yı yenmemiz zor görünüyor. İkinci turdan alacağımız bir Slovenya galibiyeti takımın kiminle eşleşeceğini gösterecektir.

Ne olursa olsun, turnuvaya böyle başlamak harika. Unutmamak lazım, hâlâ turnuvanın en iyi üç oyuncusundan birisi bizde oynuyor. Ve Ender böyle katkı yapmaya devam edecekse, işler sandığımızdan da iyi gidebilir.

2006 Ruhu

Turnuvalara iyi başlangıç yapmak her zaman önemlidir. Hele ki bizim gibi soğukkanlı olmaktan epey uzak ve hemen her tavrı duygusallıkla bağdaşmakta olan takımlar için özdeşleşmiş "nasıl başladıysak öyle gider" kavramına cuk oturan bir galibiyetti bizim için. Bizim gibi basketbol ekolü olmayan takımlar için maalesef bu tip psikolojik başlangıçlar altın değerinde diyebiliriz.

Dünkü maçın Efes World Cup 8'le tek ortak yanı bu maça da çok hızlı girmiş olmamızdı. Özellikle Ersan'ın one step back şutlarıyla maça hızlı bir başlangıç yaptık. Ersan'ın bu şut ritüelini ben daha önce başka bir oyuncuda pek gördüğümüzü hatırlamıyorum. Tabi bu stille bu yüzdeli şut isabeti yakalanınca insanın "devam et oğlum, kim tutar seni?" diyesi geliyor. Fakat oyuna bu kadar tempolu başlayınca savunma sertliğimizde ani düşüşler yaşayıp, hem kolay faul problemine giriyoruz hem de rakibin kolayca seri yakalayıp skorun dengeye gelmesine engel olamıyoruz. Efes Cup'ta rakiplerin bu tip geri gelişleri oyunumuzu mental anlamda tamamen darmadağın etmişti ki dün gece en büyük farkımız bu mental çöküşün olmamasıydı. Yine özellikle pota altında kısa sürede faul problemine girip rakibin yakaladığı seriyle geriye düşsekte Tanjevic'in en çok eleştirilen oyun kurgusu olan rotasyonla önce savunma direncimizi yakalamamız sonra da benchten gelen katkıyla ayağa kalkmamız bu sefer rakibin endişelenmesine sebep oldu.



Rotasyondan oyuna dahil olan Sinan ve Bekir'in savunmada rakiplerinin önünde durması savunma kimliğimiz içinde olumlu bi gelişmeydi. Sinan'ın rakip kısalara yaptığı baskıyı çok iyi biliyoruz. Ama bu seviyede oynanan basketbolda her ismin çakal olduğu düşünülürse Sinan'ın aşırı yakın savunmasını O'na kolay faul aldırarak cezalandırabildikleri de çok açık. Sinan'ın topu çalmak yerine uzun kolları ve hızlı ayaklarıyla her zaman rakiple çember arasında kalması ve rakibin pas ve şut kanallarını sonuna kadar zorlaması gerektiğini düşünüyorum. Takımın en iyi savunmacılarından biri olarak söleyebileceğimiz Kerem'in maçın en kritik anlarında top çalma sevdasına kapılıp, sürekli rakibinin arkasında kalıp savunma dengemizin tümüyle dağalması ve 2 basket faul+1 üçlük yememizde baş aktörlerden biriydi.

Takımımızın kronik sıkıntılarından biri de çeyrek sonlarında yediğimiz yada atamadığımız sayılar sanırım. Rakip takım topu 4 saniyede kendi pota altından getirip potamıza üçlüğü yada kolay bir turnikeyi bırakırken, biz 15 saniyede tek bir pas bile yapamadan zorlama bir üçlükle sayı bulmayı hedefliyoruz uzun süredir. Bu tip pozisyonlardan önce teknik ekibin taktik tahtasında çizdiği hücum seti bu şekilde mi oluyor bilmiyorum ama bu konuya yeterince önem vermediğimiz çok açık. İlk çeyrek sonunda Ender'in getirdiği son topta normalde zorlama bir üçlük yapacağımızı düşünürken sol forvette bekleyen Bekir'e topu güzel şekilde aktarmasıyla period sonunda rahat bir sayı bulunması ekran başındakileri heyecanlandırsa da, üçüncü çeyrek sonunda Kerem'le kullandığımız son top şansını alışagelmiş şekilde zorlama bir üçlükle değerlendirmemiz pek hoş olmadı.

Özellikle son çeyrekte iyice sertleştirdiğimiz savunma direncimiz ve hücumda oldukça soğukkanlı bir şekilde doğru şutu bulma çabamız gelecek adına ümit veren hamlelerdi. Yine de son 2 dakika içinde farkı 10 sayıya çıkarmışken rakibe kolay sayı bulma imkanı vererek, sayı bulma şansımızı serbest atış çizgisinden öteye taşıyamayışımız tecrübe eksikliğimizin de net göstergesiydi.
Semih'in maç içinde olduğu her an rakip takım adına oynuyormuşçasına tavırları takım adına en büyük eksiydi. Aklımda kalan bir pozisyonu paylaşayım;
Rakip serbest atıştan sayı bulmuş ve hemen ardından tam sahadan sıkı bir baskı yapacağı çok açık. Sayı olan topu Semih eline almış ve Hidayet bir an önce Semih'in topu kendisine vererek oyunu başlatması için yanına gidiyor. Semih, sırtını oyun alanına dönmüş elindeki topu potanın alt tarafına çarptırmak isterken topu tribünlere gönderiyor. Hidayet'te ellerini iki yana açıp "ya sabır" çekiyor,tabi ekran başındaki bizlerde...
Grupta, rakibin görece daha güçsüz olduğu takımlarla yapacağımız maçlar kaldı. Grup sonuncusundan alınacak galibiyet bir sonraki gruba taşınamayacağından sonuncu olacağı dün akşamki maçla belli olan Bulgaristan'dan ziyade Polonya maçından çıkaracağımız galibiyet çok daha önemli bana göre. Tabi bu akşam ki maça bakarsak daha çok dışarıdan oynamayı seven ve içeri penetreleriyle savunmanın dengesini bozan Bulgaristan'a karşı kısalarımızın rakip kısalar karşısında uygulayacakları baskılı oyun maçı erken koparabilmemiz açısından çok faydalı olacaktır.