Ve en nihayetinde cezalar açıklandı. Her ne kadar aynı kalem olmasa da, iki sezon önce futbol liginde Trabzonspor-Sivasspor maçında sahaya giren bir taraftarın Mehmet Yıldız'a saldırısı sonrası 6 maç ceza alındığı düşünülürse verilen cezanın ne kadar adilane olduğunu size bırakıyorum. Fakat ortalığın kızışmasının en önemli nedenlerinden olan yönetici davranışlarından sadece Murat Özaydınlı'nın verdiği demeçlerin cezalandırılması aslında gayet açıklayıcı... Birçok yerde şu verilen cezaların da düşürülebileceğine dair bir beklenti var. Ki bu beklenti bile başlı başına federasyona bakışı gösteren net bir işarettir.
Bu kadar çekişmeli bir final serisinin sonunda yazılması gerekeni yazmaya geldi sıra. Bakalım bu final serisinin bize öğrettiklerinden bazıları neler;
- Takım oyunu her şeyin ötesindedir: Fenerbahçe ilk 2 maçı kazansa da çoğu kritik maçlarda olduğu gibi doğaçlama oyunlarını oynadı. Sezon içinde bolca yaptığı pota altı oyunlarını ve penetreleri kritik maçlarda yine unuttu. Bu tip maçların oyun karakteri haline gelen zorlama üçlükler çoğu maçta karşımıza çıktı. Birçok kişinin de belirttiği üzere Solomon'un NBA macerası ona yaramamış. Son sezonunda özellikle aşabildiği bazı hastalıkları yine nüksetmiş gibi göründü. Ayrıca karşısında bir an olsun sertliği azalmayan savunma daha bireysel oynamasına neden olmuş göründü. Oysa Efes Pilsen cephesinde her maç hatalardan ders çıkaran, yardımlaşmaya ve paylaşıma dayalı bir oyun benimsenmişti. Seride 2-0 geriye düşmelerine rağmen, kaybettikleri maçlarda bile maçları istemişlerdi. Son dört maçta yine aynı isteği koruyup takım halinde kazanmayı bildiler. Belki bu takım olma isteğini anlatan en güzel sahnelerden biri, ofansif anlamdaki çok büyük beklentileri önceki Efes Pilsen macerasında olduğu gibi karşılayamayan Charles Smith, en azından seride savunma anlamında gösterdiği istekle oyunun sadece bir yönünü oynamamanın meyvesini yedi.
- Koçlar da heyecan yapar: Bu serinin bir diğer önemi alışılagelmişin dışında koçların risk aldığı seriler izlememiz oldu. Normal şartlar altında 30 saniye kala önde olan takımın hocasının rakip hücumdayken sert savunma ile pota göstermemek isteyişine alışık bünyeleriz. Fakat gerek Ataman ve gerekse Tanjevic bu ezberleri bir kenara bırakarap büyük riskler -tartışılabilir- alabildiler. İlk iki maçta Ergin Ataman'ın büyük hataları yanında Tanjevic'in akıllı oyunları ile maçları kazanmasını izlerken, özellikle dördüncü maçtan sonra Ergin Ataman'ın geri gelişine şahit olduk. Gerektiğinde hemen hemen doğru hamleleri yapan taraftı. Fakat serinin bir diğer göze çarpanı da koç hatalarıydı. Artık bunu sadece heyecana yorabiliyorum ben. O kadar anlı şanlı koçların maç sonlarında kritik oyuncuları kenarda unutabilmesine başka anlam veremiyorum.
- Hakemler günah keçisidir: Serinin ilk 2 maçı hakemler bana göre kaliteli maçlar çıkarmalarına rağmen Ataman'a yaranamadılar. Serinin üçüncü ve dördüncü maçlarında Fenerbahçe kazanmayı haketmese bile hakemin arkasına gizlendi. Beşinci maç zaten tartışılabilecek bir karar verildi ama federasyon bile hakem arkasına gizlendi. Altıncı maçta Efes'e karşı organize bir saldırı olduğu için hakemler dikkat çekmedi. Ancak hakemlerin net hatalar yapması durumunda neler yaşanebileceği konusunda herkes hemfikirdir. Kısaca bu ülkede hakem olmak zor, böyle bir federasyon varken arkanı korumayacağını bile bile hakem olmak mucize olsa gerek. Çok sık duyduğumuz "Hırsızın hiç mi suçu yok?" sorusuna diyebileceğim yegane şey, "koçların net hatalar yaptığı bir seride hakemden hatasız maç bitirmesini beklemek ne kadar makuldur"olacaktır.
- Sinan iyidir ama iyi olmak her şeye yetmez: Bu serinin büyük yükselen değerlerinden biri tartışmasız Sinan Güler'dir. Fakat özellikle sorgulanan şey Sinan'ın sezon içinde niye bu kadar süre bulamadığı oldu. Aslında olayı sadece savunma boyutu ile ele almak doğru olmaz. Murat Didin, Sinan'ın abisi için zamanında "Hep istiyor ki potanın içine vurayım ama o şutları atmadan onu içeri bile almazlar!" demişti. Her ne kadar Sinan daha derli toplu ve abisine göre daha iyi şut atan bir oyuncu olsa da, bu genelleme onu da kapsıyor. Ne zaman ki Sinan o şutları daha çok tercih eder ve en kritiklerini atar -ki final serisinde attı- o formayı sonuna kadar sırtına geçirmeyi başaracaktır. Aslında bu iş o kadar da zor değil. Sanırım o da kendisi için bu dersi çıkarabilir. Abisiyle arasındaki en büyük fark daha olgun olması bence. Bence şut istikrarını da sağlayacaktır mutlaka...
- Türkiye'de adabıyla maç izlenmez: Final serisinin sadece beşinci maçına gittim. Fakat içeri girinceye kadar yaşananları anlatmak mümkün değil. Bundan yıllar önce Abdi İpekçi'de yaşadığımız tek kapılı rezaletler hala yaşanmaya devam ediyor. Kadın, çocuk veya yaşlı olup o kapıdan girenler bence zorlu bir krosa katılsa sırıtmazlar diye düşünüyorum. Tabi işin bir de çıkış kısmı var ki, o da ayrı bir rezillik ona hiç değinmiyorum. Bu arada sanmayalım ki yaşananlar sadece Ayhan Şahenk ile sınırlı. Altıncı maça giden Ümitcan bileti olmasına rağmen kapıdan içeri girmeyi dolaylı yoldan başarmış. İçeride yaşananları da zaten hepimiz gördük. Kısaca biz Avrupa veya uzak kıtadaki bazı maçları izleyip iç geçirmeye devam edeceğiz gibi görünüyor. Marka değeri bir hayli yükselen TBL, insanlık normları göz önüne alındığında yerlerde sürünmeye devam edecek gibi...
- Maç genelde sahada kazanılır ama bazen kafada kazanılır: Ben dahil 2-0 geriden gelip Efes Pilsen'in bu seriyi 12 bin Fenerbahçe seyiricisi önünde kazanacağına inanmazdım. Fakat maçın sahada ve önce isteyerek kazanılacağını bir kere daha gördük. Daha önceki yıllarda Atina'dan çıkan Efes Pilsen, rakibi karşısında üstüste kaybettiği maçlar sonrasında hiç olmadığı kadar stresli çıktığını hepimiz biliyoruz. Fakat aynı Efes Pilsen bu maçlara farklı çıktı. Ne o 12 bin taraftar eskisi gibi olabildi, ne de rakip Fenerbahçe gözlerinden ateşler fışkırtabildi. Efes Pilsen o kadar istedi ki bunu sanırım saha dışı moral desteğe borçlu olmaları gerek. İşte bu sebepten bazı maçlar önce kafada kazanılır!
- Psikolojik savaş bu değildir: Bu öğreti de anlayana gidiyor. Hâlâ yönetmeyi karşı tarafı kışkırtmak, hakeme ve kurumlara saldırmak olarak anlayanlar eserleri ile herhalde övünüyorlardır. Ortalık toz duman ve kimse bu pisliği temizleyemiyor. Bakalım psikolojik savaşı gerçekten ne zaman öğrenceğiz?
- Bazı lekeler çıkmaz: Serinin bir öğretisi olmayacak bu... Bu söz nice yaşantının üründür. Şu lekeyi unutturabileceğini sananlara ithaf olunur! Her yaşananın bir bedeli vardır. Bazılarından kolay sıyrılınabilir ama bu öyle bir yaşantı değildir.
0 yorum:
Yorum Gönder